17 Nisan 2017 Pazartesi

Hannas

Hiç yorum yok



Hannas

Hazırlayan: Akhenaton

Hannas, çok gizli olan, hareket ve faaliyetleri gizli olan, avını yakalamak için sinen, sinsi davranan yırtıcı bir hayvan gibi olan, fırsat kollayan, aldatmak ve günaha sürüklemek için sinsi sinsi çalışan demektir. Hadîs-i şerif’te:“İnsan, Rabbini andığı vakit şeytan geri kaçar, siner, gaflet edince de döner, vesveseye başlar” [1] buyrulmaktadır.

Vesvecilerin başında cinlerden olan şeytanlar gelmektedir. Şeytan, ilk kez Hz. Âdem’e vesvese vererek yasak ağaçtan yemesine sebep olmuştur. [2]Kurân’da, A’râf suresinin 200. ayetinde, “Ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa hemen Allah’a sığın!..” buyrulmuştur.[3]

Hannâs; ayrıca “kendisinden Allah’a sığınıldığında sinip geri çekilen”“sindiği yerde fırsat kollayıp ilk fırsatta insanı ayartmak için pusuda bekleyen” anlamlarını içerir.[4]

Kurân-ı Kerîm’de şeytanın iğvasını ifade eden kelimeler; “hemezât”“hutuvât”“vesvâs” ve “hannâs”tır. Hannâs, hunus eden yani Allah’ı anmaktan uzak duran kimse demektir.

Adı geçen kelime için Ebû Hayyân, “izi üzere geri dönen ve zaman zaman gizli hareket edendir” manasını vermiştir. Elmalılı "sinsi", Zemahşerî de "geri kalma" olarak tefsir etmişlerdir.[5]

Hannas, Allah anıldığı zaman büzülüp sinen şeytandır. Bu sıfat, şeytana aittir. Çünkü şeytan, vesveseleriyle insanı alçaltır. Aklını ve fikrini çelerek, sabır ve metanetini zayıflatır. İşte bütün bunlara karşı Allah anıldıkça uzaklaşır. Fırsat buldukça döner, musallat olmaya başlar. İşte bu noktada: İnsanın Allah’a bağlılığı ve imânı bir zırh olur. Bu imânla beslenen irade, vesveselere karşı sarsılmaz.[6]
Şeytan köpek gibidir. Köpek kaçar ise de başka taraftan yine gelir. Nefs ise kaplan gibidir. Saldırması ancak öldürmekle biter. İnsanlara vesvese veren şeytana bunun için hannâs denilmiştir. İnsan hannâsın bir vesvesesine uymazsa bundan vazgeçer. Başka vesveseye başlar. Çok hayırlı işe mâni olmak için, az hayırlı şeyi de vesvese yapar, fısıldar. Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder. Şeytanın vesvesesi olan küçük hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister. Acele etmek ise şeytandandır.[7]

Hannâs, geri kalmak, sıkılmak, daralmak anlamındaki hunûs kökünden mübalağa sıfatıdır. Geri kalan, kötülüğe sürüklemek için insanı arkasından izleyip döne döne vesvese veren, Allah anıldığı zaman sıkılan şeytân ve şeytân ruhlu insandır. Vesvese verecek şeytân veya insan, hep insanın ardında gezer, fırsat bulup onu kandırmağa çalışır. Saîd ibn Cübeyr de: "İnsan Rabbini anınca şeytân geri kalır, çekilir; Rabbinden gaflet edince ona vesvese verir." demiştir.

Ebû Hayyân'a göre: Vesvâs'ın, şeytânın adı olduğu söylenmiştir, ama vesvese fısıldayan şehvetlere de vesvâs denilir. Yasaklanan, nefsin hevâsıdır. el-Hannâs, vesveseci sinsi şeytândır. Her insanın, kendisini kötülüklere sürüklemeğe, kötü işleri gözünde süslü göstermeğe çalışan bir şeytânı vardır.

Hz. Muhammed: "Sizden hiç kimse yoktur ki, kendisine bir karîn (cin arkadaş) görevlendirilmiş olmasın." buyurmuştur. "Yâ Resûlallah, ya sen (senin de karînin var mı).?" demişler, o da "Evet var, ancak Allah beni ona galip getirdi. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor", demiştir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

News widget

ÜNIVERSITE REFORMU Atatürk, Türkiye’nin hayatının bütün alanlarında olduğu gibi öğretim alanında da yeni bir yol çizerek ülkemizin maddi ve manevi gelişmesine yön vermiştir. Bu yönü belirten en güzel sözü 1935’te Ankara’da kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin girişinde yazılı olan : «Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.» sözüdür.Türklerin ilk yüksek öğrenim kurumlan olan medreseler, genellikle islam dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medrese bugünkü İstanbul Üniversitesinin başlangıcı sayılabilir. XVI. yüzyılın sonuna kadar intizamlarını koruyan medreselerin, sonraları çeşitli sebeplerle yetersiz kişilerin müderrislik yapmaya başlamaları yüzünden bozuldukları, bir türlü düzeltilemedikleri bilinmektedir. Tanzimatm ilanından sonra, İstanbul’da medreselerin yerine bir Darülfünun kurulması uygun görülmüşse de ilk açılan Darülfünun iki yıl sonra kapatılmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Darülfünunu Osmani, İstanbul Darülfünunu adını alarak tüzel kişilik ve bilimsel özerklik kazanmıştı. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakültelerinden oluşuyordu.İstanbul Darülfünununun, Türk inkılaplarının hazırlanması ve yürütülmesinde yeteri kadar yardımcı olmaması ve hatta bunlardan bazılarına karşı çıkması ya da pasif direnişe geçmesi ve Darülfünunda ciddi bir İlmi çalışma olmaması, hocaların orijinal İlmi çalışmalar yapmamaları ve bilimsel eser verememeleri üzerine Atatürk, Darülfünunun ıslahı için İsviçre’den Profesör Albert Malch’ı getirtmiş ve onun hazırladığı rapor esas alınarak İstanbul Darülfünunu kaldırılmıştır. Darülfünunu kaldıran 31.5.1933 tarih ve 2252 sayılı kanun, İstanbul Üniversitesine bağlı bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunla İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri kurulmuştur.Atatürk’ün üniversite reformu genellikle Alman Üniversite modeline göre yapılmış olup Rektörü, Dekanları ve Fakülteleri ile denenmiş Alman modeline göre yapılmış Üniversite Reformu,' Atatürk’ün eğitim ve öğretim alanında yaptığı inkılapların en müstesna parçasını oluşturur. Başlangıçta, İstanbul Üniversitesinde ve Ankara’da kurulduğunu yukarıda belirttiğimiz Hukuk ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültelerinde kırk kadar Alman bilim adamının görev alması, Üniversite Reformunun başarılı sonuçlar vermesinde değerli bir etken olmuştur.Atatürk’ün hayatında Ankara’da. açılan son yüksek okul da Siyasal Bilgiler Okulu’dur. Bugün Fakülte olan bu okul, Mekteb-i Mülkiye’nin bu adla 1936 - 1937 ders yılında Ankara’ya taşınmasıyla öğrenim hayatını Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.

Your News

Ads

Action Games

Avatar

War Heroes

Popular Posts

No Mercy