Batıl İnançlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Batıl İnançlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2017 Pazartesi

Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Hiç yorum yok



Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Müslümanlığın en kısa tarifi temizliktir45 denilebilir. Dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15. asır evvel: "Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin" sözleriyle konunun önemine dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.
Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz.Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeye bağlıdır. Onun içindir ki Allah Elçisi Peygamberimiz:
"İslâm temizlik üzere kurulmuştur" buyurmuştur. Temizliği imanın yarısıdır diye söylemiştir. Bunun içindir ki, müslüman dedelerimiz vardıkları egemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "Medreseleri", sağlık kurumları olarak "Darüşşifaları, Bîmarhaneleri" inşa etmişlerdir.
Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır.
—Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
—Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
—Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
—Cuma günü ev süpürmek günahtır,
—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
—Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
—Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
—Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,

—Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir (Kıbrıs),
—Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs),
—Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir (Kıbrıs),
—Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
—Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
—Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inanışların hepsi hurafedir, İslâmla ilgisi yoktur. Üstelik herbiri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.
Unutulmamalıdır ki, sağlık ve afiyet Yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. Bu nimeti korumak ve kollamak ise insanın ödevidir. Nitekim büyük İmam İmam-ı Şafii Hazretlerinin bu konuda söylediği şu söz ne kadar ibretlidir:
İmam-ı Şafii diyor ki:
"Âlimi olmayanın dini, doktoru olmayanın da sağlığı yoktur." Sağlıklı yaşayabilmek için de her türlü pislikten kaçınmak gerekir.
—Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.
—Kötü bir hastalıktan söz edilirken: "Değirmenden geldim unluyum" denilmezse o hastalık söyleyene bulaşır.
—Sarılık hastalığına tutulan kişinin "izinli" denilen biri tarafından alnı jilet ya da çakı ile çizilir. Akan kan alnına ve burnuna sürülür. Yaradan kan aktıkça hastalıkta akar gider denilir.
—Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.
Konuyu Peygamberimizin temizlik ve sağlık üzerine söylediği hadislerden bazı örnekler sunarak bağlayalım.
Allah Elçisi buyuruyor:
—Temizlik imandandır,
—Temizlik imanın yansıdır.
—Yemekten önce ve yemekten sonra ellerinizi ve dişlerinizi temizleyiniz.
—Cuma günleri bedeninizi baştan aşağıya yıkayınız.
—Evleririnizin önünü ve etrafını temiz tutunuz,
—Saçı ile sakalı olan bunları temiz tutsun ve daima tarasın.
—Yemek ve et kokusu sinmiş bezleri yattığınız yerlerde tutmayınız(46).
—Bir kimse hakkıyla abdest alırsa, tırnağının altlarına kadar her taraftan günahları dökülür(47).
—Ümmetime zahmet vermekten çekinmeseydim, her abdest aldıkça misvak kullanmalarını (ağızlarını, dişlerini temizlemelerini) emrederdim.
—"Cuma günü olunca misvak (diş fırçası) kullanmak, en güzel (en temiz) elbisesini giymek, bir de varsa güzel koku sürünmek her müslümanın vazifelerindendir.
—Dişlerinizi, parmaklarınızın boğum yerlerini temizleyiniz. Zira bu hal temizliktir.Temizlik ise imanı davet eder. iman da sahibi ile beraber cennettedir.
—Elbisenizi yıkayınız, saç, sakal ve bıyığınızın fazlasını alıveriniz, misvak kullanınız, ziynetinizi takınınız, tertemiz olunuz."
—Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir:
—Sünnet olmak, misvak (diş fırçası) kullanmak, (güzel) koku sürünmek ve evlenmek (48)

Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Hiç yorum yok



Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Müslümanlığın en kısa tarifi temizliktir45 denilebilir. Dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15. asır evvel: "Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin" sözleriyle konunun önemine dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.
Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz.Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeye bağlıdır. Onun içindir ki Allah Elçisi Peygamberimiz:
"İslâm temizlik üzere kurulmuştur" buyurmuştur. Temizliği imanın yarısıdır diye söylemiştir. Bunun içindir ki, müslüman dedelerimiz vardıkları egemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "Medreseleri", sağlık kurumları olarak "Darüşşifaları, Bîmarhaneleri" inşa etmişlerdir.
Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır.
—Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
—Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
—Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
—Cuma günü ev süpürmek günahtır,
—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
—Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
—Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
—Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,

—Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir (Kıbrıs),
—Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs),
—Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir (Kıbrıs),
—Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
—Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
—Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inanışların hepsi hurafedir, İslâmla ilgisi yoktur. Üstelik herbiri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.
Unutulmamalıdır ki, sağlık ve afiyet Yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. Bu nimeti korumak ve kollamak ise insanın ödevidir. Nitekim büyük İmam İmam-ı Şafii Hazretlerinin bu konuda söylediği şu söz ne kadar ibretlidir:
İmam-ı Şafii diyor ki:
"Âlimi olmayanın dini, doktoru olmayanın da sağlığı yoktur." Sağlıklı yaşayabilmek için de her türlü pislikten kaçınmak gerekir.
—Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.
—Kötü bir hastalıktan söz edilirken: "Değirmenden geldim unluyum" denilmezse o hastalık söyleyene bulaşır.
—Sarılık hastalığına tutulan kişinin "izinli" denilen biri tarafından alnı jilet ya da çakı ile çizilir. Akan kan alnına ve burnuna sürülür. Yaradan kan aktıkça hastalıkta akar gider denilir.
—Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.
Konuyu Peygamberimizin temizlik ve sağlık üzerine söylediği hadislerden bazı örnekler sunarak bağlayalım.
Allah Elçisi buyuruyor:
—Temizlik imandandır,
—Temizlik imanın yansıdır.
—Yemekten önce ve yemekten sonra ellerinizi ve dişlerinizi temizleyiniz.
—Cuma günleri bedeninizi baştan aşağıya yıkayınız.
—Evleririnizin önünü ve etrafını temiz tutunuz,
—Saçı ile sakalı olan bunları temiz tutsun ve daima tarasın.
—Yemek ve et kokusu sinmiş bezleri yattığınız yerlerde tutmayınız(46).
—Bir kimse hakkıyla abdest alırsa, tırnağının altlarına kadar her taraftan günahları dökülür(47).
—Ümmetime zahmet vermekten çekinmeseydim, her abdest aldıkça misvak kullanmalarını (ağızlarını, dişlerini temizlemelerini) emrederdim.
—"Cuma günü olunca misvak (diş fırçası) kullanmak, en güzel (en temiz) elbisesini giymek, bir de varsa güzel koku sürünmek her müslümanın vazifelerindendir.
—Dişlerinizi, parmaklarınızın boğum yerlerini temizleyiniz. Zira bu hal temizliktir.Temizlik ise imanı davet eder. iman da sahibi ile beraber cennettedir.
—Elbisenizi yıkayınız, saç, sakal ve bıyığınızın fazlasını alıveriniz, misvak kullanınız, ziynetinizi takınınız, tertemiz olunuz."
—Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir:
—Sünnet olmak, misvak (diş fırçası) kullanmak, (güzel) koku sürünmek ve evlenmek (48)

Türkiye'deki Batıl İnançlar

Hiç yorum yok



Türkiye'deki Batıl İnançlar

Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.

Tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.
Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.

Muskacıların Sonu

Hiç yorum yok




Muskacıların Sonu

Ömrünü muska yazarak, fal açarak, sihir yaparak geçiren pek çok insanın sonu hüsran ile noktalanmıştır. Bunlardan kimisi hapishane köşelerinde, kimisi de feci hastalıklara yakalanarak fakr-ü zaruret içerisinde ölmüşlerdir. Bir yazar şunları söylüyor:
"Vakitlerini muskacılıkla geçirenler, bu yoldan her ne kadar menfaat temin ediyorlarsa da bu iş dinen mezmun (kötülenmiş) olduğu için iflah olmuyorlar. Daima hayatları sıkıntı ve sefaletle, beş kuruşa muhtaç olarak geçmekte olduğu müşahade edilmektedir. Hayatlarının sonunda perişan bir vaziyette, miskinlik içinde yaşadıkları görülmektedir... Bunların hepsi yaptıklarının cezasıdır. Çünkü nice bakılması şer'an haram olan göbeklere muskalar yazmışlardır. Diğer muskalarda yazdıkları âyetlerin bir kısmı ayaklar altına ve pisliklere gitmiştir. Nice genç kızları muhabbet muskasıyla aldatmışlardır... Allah'ın men ettiği şeyleri insanlara aşılamışlar, imanın temelini sarsmışlar, İslâm akidesini bozmuşlardır. Böylelikle Hıristiyan adetlerini canlandırarak ve bunları bir kısım insanlara kabul ettirip onların itikatlarını bozarak imanlarını sarsmaları ile tedavisi imkansız olan yaraları İslâm alemine açmışlardır"
Yeri gelmişken bir ibretli olayı nakletmek isterim. Olayı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci iken Din Psikolojisi Profesörümüz sınıfta anlatmıştı. Ankara'nın köylerinden birinde, muskacılığı, üfürükçülüğü ve gaipten haber vermesiyle günden güne ünü artan bir Hoca (!) türemiş. Ehl-i Keramet olduğu söylenmeye başlanmış. Bu hoca açıktan para almıyormuş, ama gizliden gizliye de verilen para ve bahşişleri geri çevirmiyormuş. Bu hoca, birgün bazı kimseler tarafından şikayet edilmiş. İlgililer, bizim profesörü bir emniyet ekibi ile beraber durumu yerinde tespit ve tahkik etmek üzere, "BİLÎRKÎŞÎ" olarak köye göndermişler. Heyet, köye değişik kılıkla ziyaretçi gibi gitmiş, Hocayı sormuşlar, ziyaret etmek istediklerini söylemişler.

"Buyrulsun" haberi gelince evine gitmişler. Loş ve nispeten karartılmış bir oda içerisinde hocanın huzuruna çıkartılmışlar. Hoca: "Siz Allah'ın iyi kullarısınız. Sizin geleceğiniz bana malûm oldu" diyerek kendilerine iltifat ve dua etmiş. Bu esnada, "işte nur indi" demiş ve kalbi nahiyesinde bir ışık parlamaya başlamış. Ayrıca odanın ortasından da parlak beyaz bir cisim geçmiş. Emniyet görevlileri, şüphelenmişler, hocayı ve yardımcılarını etkisiz hale getirmişler. Hoca efendinin üzeri aranmış. Görülmüş ki giydiği beyaz uzun elbise (entari)nin altında ince kabloyla vücudu sarılmış. Kalbi üzerine bir küçük ampul takılmış, cebine de piller koyulmuş. Hoca, cebindeki düğmeye basınca kalbi üzerindeki ışık yanıyormuş. Odadan geçirilen ışıklı cisim de fosforlanmış beyaz bir çarşaf imiş. Böylece hocaefendinin (!) kerametinin sırı ortaya çıkmış.
Bu hatırayı anlatmaktan maksadım gerçek ulemayı, evliya-ı kiramı ve manevi makamları, kesinlikle istihfaf ve istiskal etmek değildir. Olaydaki gibi düzenbazların Yüce Îslâm'ın gerçek VELAYET makamını İSTİSMAR edişlerini kınamaktır. Bu itibarla her aklı başında mümin, halkımızı böyle "sahte evliya" ve "cinci" hocaların tahribatından korumak için elinden gelen gayreti esirgememelidir.
Özellikle din görevlilerimiz, bu tip olaylara karşı daha duyarlı olmalı ve halkı irşat görevinde daha çok gayret sarf etmelidirler. Zira mesleklerinin ve görevlerinin ulviyetini istismar eden böyle bazı madrabazlar çıkabilmektedir.
Bu mütegallibe güruhu, halkımızın temiz itikat, ibadet ve ahlakını zedelemekte, bir sürü bâtıl inancın yayılmasına da vasıta olmaktadırlar. Bu nedenle mânevi sorumlulukları ağırdır.
İnanıyoruz ki hurafelerin azalması, doğru olanı öğretmekle mümkündür. Yolu ve yordamıyla yanlışlar gösterilir, doğru olan öğretilirse halkımız bâtılı terk etmektedir. Bunun örnekleri vardır.
Bu konuyu düğümlerken şu hususu da hatırlatmak isterim. Eskiler, "İnsan beşer, yoldan şaşar" demişlerdir. Gerçekten her insan hata yapabilir. Ancak hatayı idrak edip doğruya dönmek ise, en büyük fazilettir. Bu bakımdan muska, sihir, tılsım vb. İslâm'ın men ettiği işleri yapanlar, muskacının dediklerine inananlar içtenlikle Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunurlarsa, inanıyoruz ki Yüce Allah, tövbeleri en çok kabul edendir. Bu bakımdan yanlış yolda olanlara Cenab-ı Hakkin şu buyruğunu hatırlatmak isteriz.
"Ey müminler kurtuluşa ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (Nur Suresi âyet 14). Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de: "Ademoğlunun hepsi hata işler. Ancak hata edenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir" buyurmuşlardır. Bu ilahi ruhsatı anlayıp da doğru yola dönenlere ne mutlu!..

Türkiye'deki Batıl İnançlar

Hiç yorum yok



Türkiye'deki Batıl İnançlar

Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.

Tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.
Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.

Muskacıların Sonu

Hiç yorum yok




Muskacıların Sonu

Ömrünü muska yazarak, fal açarak, sihir yaparak geçiren pek çok insanın sonu hüsran ile noktalanmıştır. Bunlardan kimisi hapishane köşelerinde, kimisi de feci hastalıklara yakalanarak fakr-ü zaruret içerisinde ölmüşlerdir. Bir yazar şunları söylüyor:
"Vakitlerini muskacılıkla geçirenler, bu yoldan her ne kadar menfaat temin ediyorlarsa da bu iş dinen mezmun (kötülenmiş) olduğu için iflah olmuyorlar. Daima hayatları sıkıntı ve sefaletle, beş kuruşa muhtaç olarak geçmekte olduğu müşahade edilmektedir. Hayatlarının sonunda perişan bir vaziyette, miskinlik içinde yaşadıkları görülmektedir... Bunların hepsi yaptıklarının cezasıdır. Çünkü nice bakılması şer'an haram olan göbeklere muskalar yazmışlardır. Diğer muskalarda yazdıkları âyetlerin bir kısmı ayaklar altına ve pisliklere gitmiştir. Nice genç kızları muhabbet muskasıyla aldatmışlardır... Allah'ın men ettiği şeyleri insanlara aşılamışlar, imanın temelini sarsmışlar, İslâm akidesini bozmuşlardır. Böylelikle Hıristiyan adetlerini canlandırarak ve bunları bir kısım insanlara kabul ettirip onların itikatlarını bozarak imanlarını sarsmaları ile tedavisi imkansız olan yaraları İslâm alemine açmışlardır"
Yeri gelmişken bir ibretli olayı nakletmek isterim. Olayı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci iken Din Psikolojisi Profesörümüz sınıfta anlatmıştı. Ankara'nın köylerinden birinde, muskacılığı, üfürükçülüğü ve gaipten haber vermesiyle günden güne ünü artan bir Hoca (!) türemiş. Ehl-i Keramet olduğu söylenmeye başlanmış. Bu hoca açıktan para almıyormuş, ama gizliden gizliye de verilen para ve bahşişleri geri çevirmiyormuş. Bu hoca, birgün bazı kimseler tarafından şikayet edilmiş. İlgililer, bizim profesörü bir emniyet ekibi ile beraber durumu yerinde tespit ve tahkik etmek üzere, "BİLÎRKÎŞÎ" olarak köye göndermişler. Heyet, köye değişik kılıkla ziyaretçi gibi gitmiş, Hocayı sormuşlar, ziyaret etmek istediklerini söylemişler.

"Buyrulsun" haberi gelince evine gitmişler. Loş ve nispeten karartılmış bir oda içerisinde hocanın huzuruna çıkartılmışlar. Hoca: "Siz Allah'ın iyi kullarısınız. Sizin geleceğiniz bana malûm oldu" diyerek kendilerine iltifat ve dua etmiş. Bu esnada, "işte nur indi" demiş ve kalbi nahiyesinde bir ışık parlamaya başlamış. Ayrıca odanın ortasından da parlak beyaz bir cisim geçmiş. Emniyet görevlileri, şüphelenmişler, hocayı ve yardımcılarını etkisiz hale getirmişler. Hoca efendinin üzeri aranmış. Görülmüş ki giydiği beyaz uzun elbise (entari)nin altında ince kabloyla vücudu sarılmış. Kalbi üzerine bir küçük ampul takılmış, cebine de piller koyulmuş. Hoca, cebindeki düğmeye basınca kalbi üzerindeki ışık yanıyormuş. Odadan geçirilen ışıklı cisim de fosforlanmış beyaz bir çarşaf imiş. Böylece hocaefendinin (!) kerametinin sırı ortaya çıkmış.
Bu hatırayı anlatmaktan maksadım gerçek ulemayı, evliya-ı kiramı ve manevi makamları, kesinlikle istihfaf ve istiskal etmek değildir. Olaydaki gibi düzenbazların Yüce Îslâm'ın gerçek VELAYET makamını İSTİSMAR edişlerini kınamaktır. Bu itibarla her aklı başında mümin, halkımızı böyle "sahte evliya" ve "cinci" hocaların tahribatından korumak için elinden gelen gayreti esirgememelidir.
Özellikle din görevlilerimiz, bu tip olaylara karşı daha duyarlı olmalı ve halkı irşat görevinde daha çok gayret sarf etmelidirler. Zira mesleklerinin ve görevlerinin ulviyetini istismar eden böyle bazı madrabazlar çıkabilmektedir.
Bu mütegallibe güruhu, halkımızın temiz itikat, ibadet ve ahlakını zedelemekte, bir sürü bâtıl inancın yayılmasına da vasıta olmaktadırlar. Bu nedenle mânevi sorumlulukları ağırdır.
İnanıyoruz ki hurafelerin azalması, doğru olanı öğretmekle mümkündür. Yolu ve yordamıyla yanlışlar gösterilir, doğru olan öğretilirse halkımız bâtılı terk etmektedir. Bunun örnekleri vardır.
Bu konuyu düğümlerken şu hususu da hatırlatmak isterim. Eskiler, "İnsan beşer, yoldan şaşar" demişlerdir. Gerçekten her insan hata yapabilir. Ancak hatayı idrak edip doğruya dönmek ise, en büyük fazilettir. Bu bakımdan muska, sihir, tılsım vb. İslâm'ın men ettiği işleri yapanlar, muskacının dediklerine inananlar içtenlikle Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunurlarsa, inanıyoruz ki Yüce Allah, tövbeleri en çok kabul edendir. Bu bakımdan yanlış yolda olanlara Cenab-ı Hakkin şu buyruğunu hatırlatmak isteriz.
"Ey müminler kurtuluşa ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (Nur Suresi âyet 14). Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de: "Ademoğlunun hepsi hata işler. Ancak hata edenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir" buyurmuşlardır. Bu ilahi ruhsatı anlayıp da doğru yola dönenlere ne mutlu!..

Muskacıların Dayanağı

Hiç yorum yok



Muskacıların Dayanağı

Her şeye bir dayanak, bir gerekçe arayan insanoğlu, kendi görüşünü kuvvetlendirmek için bazen kutsal değerleri bile istismar edebilmiştir. Nitekim muskacılardan bazıları Kurân-ı Kerim'deki İSRA Sûresi'nin 82. âyetini muska yazmaya delil olarak göstermişlerdir. Oysa zikredilen âyette muska yazmak için bir işaret yoktur. Konunun daha iyi anlaşılması için adı geçen âyetin anlamını ve tefsirini sunalım. İsra Sûresi'nin 82'nci âyetinde Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Biz, Kuran'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır."
Anlamını sunduğumuz bu âyetin tefsirini, eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen'in "Kurân-ı Kerim'in Türkçe Meali ve Tefsiri" adlı eserinin 4'. cilt, 1905. sayfasından aynen naklediyorum.
"Bu mübarek âyetler, Kurân-ı mübinin ehli iman için bir şifa menbaı, bir ilahi rahmet olduğunu, münkirler (inkar edenler) için de bir helak sebebi bulunduğunu bildiriyor... Şöyle ki:
Kurân-ı Azim ilahiyata, nebeviyata, ibadetlere, ahvali ahirete vesaireye dair nice ahkâmı camidir. (Ve) Yine (Kur'ân'dan) onun kutsi ayetleri olmak üzere (Müminler için bir şifa, bir rahmet olan şeyi indiririz). Evet Kur'ân'ın heyeti umumiyesi, emrazı ruhaniye (ruh hastalıkları) için bir şifadır.
İnsanlar o sayede bâtıl akidelerden, mezmum (kötü beğenilmemiş) huylardan kurtularak manevi sıhhatlerini temin edebilirler. Kurân-ı Kerim ile teberrükte bulunmak, Fatiha-i Şerife gibi sûrelerim hüsnüniyetle tilavet etmek (okumak) de bir nice emrazı cismaniye (bedeni hastalıklar) için bir vesile-i şifa bulunmaktadır.
Kurân-ı Kerim beşeriyete bütün esbab-ı kemâlâtı, takip edilecek tariki necatı (kurtuluş yolunu) göstermiş, onları maddi ve manevî helâke sebep olacak şeylerden nehyetmiş, kendilerine dünyada da, ahirette de kemâli selametle yaşayacaklarına vasıta olan pek faydalı şeyleri emreylemiş, bir bakımdan da büyük bir rahmeti ilahiyeden ibaret bulunmuştur. Fakat Kurân-ı Mübin, (zalim için ise) yani: Kurân-ı inkar eden, onun hükümlerine muhalefet eyleyen kimseler hakkında ise (noksandan başka bir şey artırmaz.) Çünkü öyle kimseler Kur'ân'ın beyanatına karşı düşmanlıkta, hürmetsizlikte bulunur, her türlü ahlâksızlığı iltizam eder, manevî felakete tutulmuş olur. Elbette ki tedaviye muhtaç olan bir şahıs, kendisine verilen en faydalı bir ilacı terk eder de midesini zehirli şeyler ile doldurursa kendi hayatına kastetmiş kendisini helâke maruz bırakmış bulunur."
Bu yorumu özetlersek, Kurân hükümlerinin, yanlış yolda olanlara ve körü huy sahiplerine gerçeği görme ve doğruyu bulma yolunda şifa ve rahmet olduğunu, zalimler için ise, bir helak sebebi olabileceğim anlıyoruz. Ancak âyette ne suretle olursa olsun muska yazılacağına dair bir işaret yoktur.
Kurân-ı Kerim, muska yazmak, büyü yapmak için değil, "İnsanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri" olarak gönderilmiştir.
Bu son ilahi kitabın âyetlerini rastgele yerlere yazarak, çöplüklere gitmesine sebep olmak veya beşeri çıkarlar için istismar etmek kanaatimizce İslâm'a ve kutsal kitaba ihanettir. Bu işi yapanlara fırsat vermek gaflettir. Hatta müminlerin itikadını zedelemeye hizmettir. En üzücü tarafı ise bunu yapanların kendilerini Hoca (!) olarak lanse etmeleridir. Oysa İslâm'da"Hoca" dinin hükümlerini bilen, bilgisiyle amel eden, örnek ve önder bir şahsiyettir.
İslâm'ın yasak kıldığı işleri yapan ve bu tür davranışlara cevaz veren insan, hoca olamaz. Böyleleri ancak fasık ve münafık olur

Muskacıların Dayanağı

Hiç yorum yok



Muskacıların Dayanağı

Her şeye bir dayanak, bir gerekçe arayan insanoğlu, kendi görüşünü kuvvetlendirmek için bazen kutsal değerleri bile istismar edebilmiştir. Nitekim muskacılardan bazıları Kurân-ı Kerim'deki İSRA Sûresi'nin 82. âyetini muska yazmaya delil olarak göstermişlerdir. Oysa zikredilen âyette muska yazmak için bir işaret yoktur. Konunun daha iyi anlaşılması için adı geçen âyetin anlamını ve tefsirini sunalım. İsra Sûresi'nin 82'nci âyetinde Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Biz, Kuran'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır."
Anlamını sunduğumuz bu âyetin tefsirini, eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen'in "Kurân-ı Kerim'in Türkçe Meali ve Tefsiri" adlı eserinin 4'. cilt, 1905. sayfasından aynen naklediyorum.
"Bu mübarek âyetler, Kurân-ı mübinin ehli iman için bir şifa menbaı, bir ilahi rahmet olduğunu, münkirler (inkar edenler) için de bir helak sebebi bulunduğunu bildiriyor... Şöyle ki:
Kurân-ı Azim ilahiyata, nebeviyata, ibadetlere, ahvali ahirete vesaireye dair nice ahkâmı camidir. (Ve) Yine (Kur'ân'dan) onun kutsi ayetleri olmak üzere (Müminler için bir şifa, bir rahmet olan şeyi indiririz). Evet Kur'ân'ın heyeti umumiyesi, emrazı ruhaniye (ruh hastalıkları) için bir şifadır.
İnsanlar o sayede bâtıl akidelerden, mezmum (kötü beğenilmemiş) huylardan kurtularak manevi sıhhatlerini temin edebilirler. Kurân-ı Kerim ile teberrükte bulunmak, Fatiha-i Şerife gibi sûrelerim hüsnüniyetle tilavet etmek (okumak) de bir nice emrazı cismaniye (bedeni hastalıklar) için bir vesile-i şifa bulunmaktadır.
Kurân-ı Kerim beşeriyete bütün esbab-ı kemâlâtı, takip edilecek tariki necatı (kurtuluş yolunu) göstermiş, onları maddi ve manevî helâke sebep olacak şeylerden nehyetmiş, kendilerine dünyada da, ahirette de kemâli selametle yaşayacaklarına vasıta olan pek faydalı şeyleri emreylemiş, bir bakımdan da büyük bir rahmeti ilahiyeden ibaret bulunmuştur. Fakat Kurân-ı Mübin, (zalim için ise) yani: Kurân-ı inkar eden, onun hükümlerine muhalefet eyleyen kimseler hakkında ise (noksandan başka bir şey artırmaz.) Çünkü öyle kimseler Kur'ân'ın beyanatına karşı düşmanlıkta, hürmetsizlikte bulunur, her türlü ahlâksızlığı iltizam eder, manevî felakete tutulmuş olur. Elbette ki tedaviye muhtaç olan bir şahıs, kendisine verilen en faydalı bir ilacı terk eder de midesini zehirli şeyler ile doldurursa kendi hayatına kastetmiş kendisini helâke maruz bırakmış bulunur."
Bu yorumu özetlersek, Kurân hükümlerinin, yanlış yolda olanlara ve körü huy sahiplerine gerçeği görme ve doğruyu bulma yolunda şifa ve rahmet olduğunu, zalimler için ise, bir helak sebebi olabileceğim anlıyoruz. Ancak âyette ne suretle olursa olsun muska yazılacağına dair bir işaret yoktur.
Kurân-ı Kerim, muska yazmak, büyü yapmak için değil, "İnsanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri" olarak gönderilmiştir.
Bu son ilahi kitabın âyetlerini rastgele yerlere yazarak, çöplüklere gitmesine sebep olmak veya beşeri çıkarlar için istismar etmek kanaatimizce İslâm'a ve kutsal kitaba ihanettir. Bu işi yapanlara fırsat vermek gaflettir. Hatta müminlerin itikadını zedelemeye hizmettir. En üzücü tarafı ise bunu yapanların kendilerini Hoca (!) olarak lanse etmeleridir. Oysa İslâm'da"Hoca" dinin hükümlerini bilen, bilgisiyle amel eden, örnek ve önder bir şahsiyettir.
İslâm'ın yasak kıldığı işleri yapan ve bu tür davranışlara cevaz veren insan, hoca olamaz. Böyleleri ancak fasık ve münafık olur

Muska Nedir?

Hiç yorum yok




Muska Nedir?

Muska; bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.
Muska kelimesinin aslı "nüsha"dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz" Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" yahut da "maâza" Türkiye'de "muska""nusha" veya "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında "rukye" olarak geçmektedir.
Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak veya tedavî amacıyla yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin teneke gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli veya kalp biçiminde kaplara da konan hamail bütün İslâm dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Muskalara yalnızca sûre ayet hadis veya bir dua yazıldığı gibi Allah'ın meleklerin efsanevî kişilerin adları anlaşılmaz tılsımlı sözler simgeler yıldız işaretleri rakamlar rumuz ve işaretler insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre ayet hadis ve duanın yazıldığı muskalar, İslâm dönemine; diğerleri ise İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.
Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak 114. sûre olan Nâs Yasin Fâtiha süreleri Âyetü'l-Kürsi (2/256) Âyetü'l-Arş (9/130) diğer çeşitli ayet hadis ve dualar yazılır.
İslâm fıkhı âlimleri zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de okuyarak tedâvi gibi etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terk etmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terk etmek haram değildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir.[1]
Dolayısıyla İslâm'a göre nazar korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre ayet hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslâm dini insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzuruna gelerek "Ya Resûlullah gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (s.a.s) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış" diye buyurmuştur.[2]
Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s)'in muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır.[3]
Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (r.a)'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım ey insanların Rabb'ı şu hastalığı götür şifâ ver şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifâ ver." [4]
Bu ve benzeri rivâyetlere göre okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:
  1. Okunan ve yazılan şey sûre ayet hadis veya manası anlaşılan dua olacak.
  2. Manası bilinmeyen bir takım isim harf resim ve işâretler kullanılmayacak. Buna göre yukarıda anlatılan ikinci çeşit muskalar İslâm'a göre haram ve yasaktır.
  3. Tıbbi tedâvide olduğu gibi burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiç bir şey umulmayacaktır.
  4. Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır.[5]

Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah efendimizden gelen duâlarla muska yazmaya ve taşımaya "Ta'viz" denir. İslâm dîninde buna izin verilmiştir. İnanan, güvenen kimseye fayda verdiği tecrübe ile sâbittir. Hattâ böyle âyet ve duâların yazıldığı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak her zaman taşımaya izin verilmiştir. Mânâsı bilinmeyen veya dinden ayrılmaya sebep olan muskayı okumaya "Efsûn" denir. Bunu ve nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımaya Temîme denir. Muhabbet (sevgi) hâsıl etmek için yapılan muskalara "Tivele denir." Bir hadîs-i şerîfte; “Temîme ve Tivele şirktir (Allah'a ortak koşmaktır).” buyruldu.
Hakîkî Müslüman, bâtıl inançlara inanmaz. Sihir, uğursuzluk, fal, efsun, Kurândan başka şeyler yazılı muska, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya ve kerâmet sâhibi olduğunu söyleyene ehemmiyet vermez. Bunların çoğu esâsen başka dinlerden bize aktarılmıştır. Bâzı din adamlarından kerâmet bekleyenlere büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “İnsanlar din adamlarından kerâmet beklerler. Bunların bâzılarının kerâmeti yoktur, ama diğerlerinden daha ziyâde Allah'a yakındır. Asıl kerâmet, İslâmiyet'i iyi öğrenmek ve ona uygun yaşayabilmektir.” [6]
İslâm, muskayı istememiş, tedavi ya da başka bir amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiş ve faydalı olabileceğini söylememiştir. Hattâ muskanın birçok çeşidiyle Allah'tan başkalarının da etkili olabileceğini kabul etme anlamı taşıyacağından, şirk olduğu bildirilmiştir.
Tuvalet gibi yerlere girerken çıkarmak, şirk anlamı taşıyan cümleler, şifreler ve işaretler gibi anlamsız tılsım rumuzları içermemek şartıyla bazı âyetlerin ve bazı mübarek isimlerin, tesiri onlara değil sadece Allah'a bağlayarak üzerinde taşımasının sakıncalı olmayacağı söylenmiştir. Ancak bunun da gerçek tevekküle aykırı bir davranış olduğuna işaret eden hadisler ve bunlara bağlı kabullenişler vardır. (bkz. Elmalı) Ancak bunlarla da tedavi olunabileceği söylenmemiş ve bu istenmemiştir.
Tıbbî tedavi yöntemlerine başvuru emredilmiş olmakla beraber, Kurân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin -özellikle Fâtiha Sûresi'nin- ve Resûlullah'ın (s.a.s.) yaptığı bazı duaların okunup hastaya üflenmesi câizdir ve bunun Allah'ın dilemesiyle tesiri olabilir. Ancak şifa sadece Allah'tan bilinmeli ve sadece O'ndan istenmelidir.[7]
Günümüzde "kısmet açma" vs. şeyler için yapılan bidatler, hoca kılıklı sahtekârlardan imdat dilemeler ve her çeşidiyle bu yoldaki uygulamalar şirk belirtisi ve kalıntısı davranışlardır. Bunların kazandıracakları günah; zayi ettirecekleri paralar ve sağlamayacakları faydalar bir yana, şahsen ben mevcut dertlere de dert katacakları kanısındayım. Böyle olan kardeşlerimize, gecelerin gamzelerinde kılacakları teheccütlerden sonra dertlerini Allah'a (c.c.) sunmaları ve O'nun: "Yok mu derdine deva isteyen, vereyim..." diye seslendiği o saatleri ısrarla değerlendirmelerini tavsiye ederiz. Ancak "ağzı dualı" tabir edilen, alim, fazıl ve müttekî insanlardan dua talep etmek, onlardan bir şeyler okumalarını istemek güzeldir ve mahzursuzdur.[8]
Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken veya yazdırırken İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.
Âlimlerin çoğunluğu okuma veya yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir.[9] Ancak bunu istismar etmemek gerekir.
Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak (caizin terki ise evlâdır). İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına geleceğinden kesinlikle yasaklanmış haram kabul edilmiştir.[10]
Kurân-ı kerîmin hastalıklara şifâ olduğu İsrâ sûresi 82'nci âyetinde meâlen; “Biz Kurândan öyle âyetler indiriyoruz ki, müminler için bir şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise (küfür ve yalanları sebebiyle) ancak hasârını, zarar-ziyânını arttırır.” buyrularak bildirilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

"Ey Allah'ın kulları! İlâç kullanın! Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur. İlâçların en iyisi Kurân-ı kerîmdir."

Allahü teâlânın bir nîmet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok okusun! [6]

Kaynaklar ve Dipnotlar

[1] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kurân Dili İstanbul 1970 IX 6395 vd.
[2] Buhârî Tıb 1; et-Tirmizî Tıb 2
[3] et-Tirmizî Tıb 16; İbn Mace Tıb 33
[4] İbn Mace Tıb 35 36
[5] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kurân Dili IX 6397
[6] Kaynak belirtilmeli.
[7] 156 Buhârî, tip 38,40; Ebû Dâvud,17,19
[8] fikih.ihya.org/islam-fikhi/muska.html
[9] et-Tirmizî Tıb 20; el-Aynî Umdetu'l-Kari V 647
[10] www.islamseli.com/insanin-kendi-ile-ilgili-sorular/65803-yasayan-hurafeler-muska.html

Muska Nedir?

Hiç yorum yok




Muska Nedir?

Muska; bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.
Muska kelimesinin aslı "nüsha"dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz" Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" yahut da "maâza" Türkiye'de "muska""nusha" veya "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında "rukye" olarak geçmektedir.
Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak veya tedavî amacıyla yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin teneke gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli veya kalp biçiminde kaplara da konan hamail bütün İslâm dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Muskalara yalnızca sûre ayet hadis veya bir dua yazıldığı gibi Allah'ın meleklerin efsanevî kişilerin adları anlaşılmaz tılsımlı sözler simgeler yıldız işaretleri rakamlar rumuz ve işaretler insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre ayet hadis ve duanın yazıldığı muskalar, İslâm dönemine; diğerleri ise İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.
Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak 114. sûre olan Nâs Yasin Fâtiha süreleri Âyetü'l-Kürsi (2/256) Âyetü'l-Arş (9/130) diğer çeşitli ayet hadis ve dualar yazılır.
İslâm fıkhı âlimleri zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de okuyarak tedâvi gibi etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terk etmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terk etmek haram değildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir.[1]
Dolayısıyla İslâm'a göre nazar korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre ayet hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslâm dini insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzuruna gelerek "Ya Resûlullah gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (s.a.s) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış" diye buyurmuştur.[2]
Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s)'in muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır.[3]
Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (r.a)'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım ey insanların Rabb'ı şu hastalığı götür şifâ ver şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifâ ver." [4]
Bu ve benzeri rivâyetlere göre okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:
  1. Okunan ve yazılan şey sûre ayet hadis veya manası anlaşılan dua olacak.
  2. Manası bilinmeyen bir takım isim harf resim ve işâretler kullanılmayacak. Buna göre yukarıda anlatılan ikinci çeşit muskalar İslâm'a göre haram ve yasaktır.
  3. Tıbbi tedâvide olduğu gibi burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiç bir şey umulmayacaktır.
  4. Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır.[5]

Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah efendimizden gelen duâlarla muska yazmaya ve taşımaya "Ta'viz" denir. İslâm dîninde buna izin verilmiştir. İnanan, güvenen kimseye fayda verdiği tecrübe ile sâbittir. Hattâ böyle âyet ve duâların yazıldığı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak her zaman taşımaya izin verilmiştir. Mânâsı bilinmeyen veya dinden ayrılmaya sebep olan muskayı okumaya "Efsûn" denir. Bunu ve nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımaya Temîme denir. Muhabbet (sevgi) hâsıl etmek için yapılan muskalara "Tivele denir." Bir hadîs-i şerîfte; “Temîme ve Tivele şirktir (Allah'a ortak koşmaktır).” buyruldu.
Hakîkî Müslüman, bâtıl inançlara inanmaz. Sihir, uğursuzluk, fal, efsun, Kurândan başka şeyler yazılı muska, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya ve kerâmet sâhibi olduğunu söyleyene ehemmiyet vermez. Bunların çoğu esâsen başka dinlerden bize aktarılmıştır. Bâzı din adamlarından kerâmet bekleyenlere büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “İnsanlar din adamlarından kerâmet beklerler. Bunların bâzılarının kerâmeti yoktur, ama diğerlerinden daha ziyâde Allah'a yakındır. Asıl kerâmet, İslâmiyet'i iyi öğrenmek ve ona uygun yaşayabilmektir.” [6]
İslâm, muskayı istememiş, tedavi ya da başka bir amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiş ve faydalı olabileceğini söylememiştir. Hattâ muskanın birçok çeşidiyle Allah'tan başkalarının da etkili olabileceğini kabul etme anlamı taşıyacağından, şirk olduğu bildirilmiştir.
Tuvalet gibi yerlere girerken çıkarmak, şirk anlamı taşıyan cümleler, şifreler ve işaretler gibi anlamsız tılsım rumuzları içermemek şartıyla bazı âyetlerin ve bazı mübarek isimlerin, tesiri onlara değil sadece Allah'a bağlayarak üzerinde taşımasının sakıncalı olmayacağı söylenmiştir. Ancak bunun da gerçek tevekküle aykırı bir davranış olduğuna işaret eden hadisler ve bunlara bağlı kabullenişler vardır. (bkz. Elmalı) Ancak bunlarla da tedavi olunabileceği söylenmemiş ve bu istenmemiştir.
Tıbbî tedavi yöntemlerine başvuru emredilmiş olmakla beraber, Kurân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin -özellikle Fâtiha Sûresi'nin- ve Resûlullah'ın (s.a.s.) yaptığı bazı duaların okunup hastaya üflenmesi câizdir ve bunun Allah'ın dilemesiyle tesiri olabilir. Ancak şifa sadece Allah'tan bilinmeli ve sadece O'ndan istenmelidir.[7]
Günümüzde "kısmet açma" vs. şeyler için yapılan bidatler, hoca kılıklı sahtekârlardan imdat dilemeler ve her çeşidiyle bu yoldaki uygulamalar şirk belirtisi ve kalıntısı davranışlardır. Bunların kazandıracakları günah; zayi ettirecekleri paralar ve sağlamayacakları faydalar bir yana, şahsen ben mevcut dertlere de dert katacakları kanısındayım. Böyle olan kardeşlerimize, gecelerin gamzelerinde kılacakları teheccütlerden sonra dertlerini Allah'a (c.c.) sunmaları ve O'nun: "Yok mu derdine deva isteyen, vereyim..." diye seslendiği o saatleri ısrarla değerlendirmelerini tavsiye ederiz. Ancak "ağzı dualı" tabir edilen, alim, fazıl ve müttekî insanlardan dua talep etmek, onlardan bir şeyler okumalarını istemek güzeldir ve mahzursuzdur.[8]
Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken veya yazdırırken İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.
Âlimlerin çoğunluğu okuma veya yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir.[9] Ancak bunu istismar etmemek gerekir.
Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak (caizin terki ise evlâdır). İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına geleceğinden kesinlikle yasaklanmış haram kabul edilmiştir.[10]
Kurân-ı kerîmin hastalıklara şifâ olduğu İsrâ sûresi 82'nci âyetinde meâlen; “Biz Kurândan öyle âyetler indiriyoruz ki, müminler için bir şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise (küfür ve yalanları sebebiyle) ancak hasârını, zarar-ziyânını arttırır.” buyrularak bildirilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

"Ey Allah'ın kulları! İlâç kullanın! Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur. İlâçların en iyisi Kurân-ı kerîmdir."

Allahü teâlânın bir nîmet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok okusun! [6]

Kaynaklar ve Dipnotlar

[1] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kurân Dili İstanbul 1970 IX 6395 vd.
[2] Buhârî Tıb 1; et-Tirmizî Tıb 2
[3] et-Tirmizî Tıb 16; İbn Mace Tıb 33
[4] İbn Mace Tıb 35 36
[5] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kurân Dili IX 6397
[6] Kaynak belirtilmeli.
[7] 156 Buhârî, tip 38,40; Ebû Dâvud,17,19
[8] fikih.ihya.org/islam-fikhi/muska.html
[9] et-Tirmizî Tıb 20; el-Aynî Umdetu'l-Kari V 647
[10] www.islamseli.com/insanin-kendi-ile-ilgili-sorular/65803-yasayan-hurafeler-muska.html

Mum Yakmak

Hiç yorum yok




Mum Yakmak

Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir.
Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı"
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları Hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk Hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...

İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inandırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz

Mum Yakmak

Hiç yorum yok




Mum Yakmak

Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir.
Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı"
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları Hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk Hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...

İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inandırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz

Kuş Ötmesi, Hayvan Uluması

Hiç yorum yok



Kuş Ötmesi, Hayvan Uluması

Halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunlardan kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. Oysa İslâm esaslarına göre bu tür inançların tümü batıldır. Hurafe inancıdır. Buna rağmen halkımızdan pek çok kişi bunlara inanır. Nitekim konuya ilişkin olarak bir araştırmacı şunları yazıyor.
"Halk inanmalarında ölümü önceden haber verdiği sanılan belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer tutar. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yetenekleri, sezişleri, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu türden inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Evcil ve yabani hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları, yaklaşan bir ölünün ön belirtileri ve işareti olarak yorumlanmaktadır.
Bu tür hayvanlar içerisindeki köpek, kedi, at, koyun, keçi, inek ve öküz gibi evcil olanları; tilki, kurt, çakal, yarasa, yılan gibi yabani olanları; horoz, tavuk kaz gibi kümes hayvanları; baykuş, karga ve leylek gibi yabani kuşları sayabiliriz. Bunların içerisinde özellikle KÖPEK ve BAYKUŞ'la ilgili inanmalar çok yaygındır. Evcil sadık ve sezi yeteneği çok gelişmiş olan köpeğin sadece uluması ile değil uluma biçimi, uluma zamanı ve uluduğu yere de yaklaşan bir ölümü haber verdiğine inanılmaktadır. Köpeğin bu türden ulumasını önlemek için de köpek kovalanır, taşlanır, önüne ekmek doğranır, "başını ye" denir. Baykuşun sesinin de sesinin ve yüzünün sevimsizliği, yıkıntılarda ve terkedilmiş yerlerde yuva yapması bir ölüm kuşu olarak bilinmesinin temelinde yatan nedenlerdendir. Baykuşun da tıpkı köpek gibi salt ötmesi ile değil, aynı zamanda ötüş biçimi, ötme zamanı, konduğu ve öttüğü yerle de ölüm habercisi olduğu görülmektedir.

Kuş ve hayvanlarla ilgili olarak söylenenlerden tespit ettiklerimizden bazıları şunlardır:
—Akşam ve yatsı ezanları okunurken köpek ulursa o civarda biri ölür.
—Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar.
—Tavşan, tilki ve kara kedi yolu keserse, uğursuzluk gelir.
—Bir yere giderken yılan görülürse, uğura işarettir.
—Kara karga kimin evinde öterse, o haneden cenaze çıkar.
—Baykuş kimin evinde öterse o haneden cenaze çıkar.
—Baykuş kimin evinde öterse o haneye ya belâ gelir, ya da ölüm.
—Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde gelir.
—Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar.
Burada şu küçük hatırlatmayı tekrarlayalım. İslâm inancında herhangi bir nesnede veya canlıda uğur ve uğursuzluk kabul etmek doğru değildir. Nitekim Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurmuştur.
"Baykuş ötmesinde şer (kötülük) yoktur. Herhangi bir şeyde uğursuzluk da yoktur"
Peygamberimiz bir başka hadislerinde de, kuşun uçmasında, ötmesinde uğur ve uğursuzluk aramayı, bunlara dayanarak geleceğe dair hükümler çıkarmayı, «sihir ve kehanet nev'inden» görerek yasaklamıştır.
Hayvanlar herhangi bir zamanda herhangi bir sebeple öter veya ulur. Bunu kötüye yorumlamak inancı zaafa uğratır.
İnsanın ölmesi hayvanın ulumasına değil, Allah'ın takdirine bağlıdır. Biz, her canlının vâdesi gelince öleceğine inanınız. Ama insan nerede, nasıl, kaç yaşında ve hangi şekilde ölecek onu bilemeyiz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Aranızda ölümü takdir eden (keyfiyetini, zamanını, mekanını ve ömrün müddetini tayin eden) biziz. Ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz".
Allah'ın emri ve takdiri değişmez bir yasa olduğuna göre kimse kuş ötmesinden, köpek ulumasından korkmasın

Kuş Ötmesi, Hayvan Uluması

Hiç yorum yok



Kuş Ötmesi, Hayvan Uluması

Halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunlardan kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. Oysa İslâm esaslarına göre bu tür inançların tümü batıldır. Hurafe inancıdır. Buna rağmen halkımızdan pek çok kişi bunlara inanır. Nitekim konuya ilişkin olarak bir araştırmacı şunları yazıyor.
"Halk inanmalarında ölümü önceden haber verdiği sanılan belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer tutar. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yetenekleri, sezişleri, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu türden inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Evcil ve yabani hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları, yaklaşan bir ölünün ön belirtileri ve işareti olarak yorumlanmaktadır.
Bu tür hayvanlar içerisindeki köpek, kedi, at, koyun, keçi, inek ve öküz gibi evcil olanları; tilki, kurt, çakal, yarasa, yılan gibi yabani olanları; horoz, tavuk kaz gibi kümes hayvanları; baykuş, karga ve leylek gibi yabani kuşları sayabiliriz. Bunların içerisinde özellikle KÖPEK ve BAYKUŞ'la ilgili inanmalar çok yaygındır. Evcil sadık ve sezi yeteneği çok gelişmiş olan köpeğin sadece uluması ile değil uluma biçimi, uluma zamanı ve uluduğu yere de yaklaşan bir ölümü haber verdiğine inanılmaktadır. Köpeğin bu türden ulumasını önlemek için de köpek kovalanır, taşlanır, önüne ekmek doğranır, "başını ye" denir. Baykuşun sesinin de sesinin ve yüzünün sevimsizliği, yıkıntılarda ve terkedilmiş yerlerde yuva yapması bir ölüm kuşu olarak bilinmesinin temelinde yatan nedenlerdendir. Baykuşun da tıpkı köpek gibi salt ötmesi ile değil, aynı zamanda ötüş biçimi, ötme zamanı, konduğu ve öttüğü yerle de ölüm habercisi olduğu görülmektedir.

Kuş ve hayvanlarla ilgili olarak söylenenlerden tespit ettiklerimizden bazıları şunlardır:
—Akşam ve yatsı ezanları okunurken köpek ulursa o civarda biri ölür.
—Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar.
—Tavşan, tilki ve kara kedi yolu keserse, uğursuzluk gelir.
—Bir yere giderken yılan görülürse, uğura işarettir.
—Kara karga kimin evinde öterse, o haneden cenaze çıkar.
—Baykuş kimin evinde öterse o haneden cenaze çıkar.
—Baykuş kimin evinde öterse o haneye ya belâ gelir, ya da ölüm.
—Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde gelir.
—Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar.
Burada şu küçük hatırlatmayı tekrarlayalım. İslâm inancında herhangi bir nesnede veya canlıda uğur ve uğursuzluk kabul etmek doğru değildir. Nitekim Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurmuştur.
"Baykuş ötmesinde şer (kötülük) yoktur. Herhangi bir şeyde uğursuzluk da yoktur"
Peygamberimiz bir başka hadislerinde de, kuşun uçmasında, ötmesinde uğur ve uğursuzluk aramayı, bunlara dayanarak geleceğe dair hükümler çıkarmayı, «sihir ve kehanet nev'inden» görerek yasaklamıştır.
Hayvanlar herhangi bir zamanda herhangi bir sebeple öter veya ulur. Bunu kötüye yorumlamak inancı zaafa uğratır.
İnsanın ölmesi hayvanın ulumasına değil, Allah'ın takdirine bağlıdır. Biz, her canlının vâdesi gelince öleceğine inanınız. Ama insan nerede, nasıl, kaç yaşında ve hangi şekilde ölecek onu bilemeyiz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Aranızda ölümü takdir eden (keyfiyetini, zamanını, mekanını ve ömrün müddetini tayin eden) biziz. Ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz".
Allah'ın emri ve takdiri değişmez bir yasa olduğuna göre kimse kuş ötmesinden, köpek ulumasından korkmasın

Kurşun Dökmek

Hiç yorum yok




Kurşun Dökmek

Halkımız arasında "göz değmesi, göze gelme" diye adlandırılan bir "NAZAR" inancı vardır. Nazar isabet eden kimsenin kendisine, malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak üzere bazı tedbirlere başvurulmaktadır. Bunlar korunma ve kurtulma tedbirleri olmak üzere iki kısma ayrılır.
Korunma tedbirleri olarak çocuklara, at, dana, inek, vb. hayvanlara, ev, dükkan, otomobil gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta bazı yörelerimizde de özellikle çocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Böylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Ayrıca nazar muskalarının da kullanıldığı görülmektedir. Nazar isabetinden kurtulmak için ise, kurşun veya mum döktürülmekte, nefesi keskin (izinli denilen) hocalara okutulmaktadır.Bazı yörelerimizde de "tuz çatılmakta", "un yakılmakta" , "üzerlik otu" yakılarak dumanı ile tütsülenilmektedir.
En yaygın olan uygulama kurşun veya mum dökme adetidir. Bu iş şöyle yapılmaktadır:
Nazar isabet eden hasta (genellikle çocuklar), kurşun dökücüsünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapanır. Çocuğun başı üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber;
"Kem göz çatlasın
Nazar eden patlasın"
diye beddua ederler. Bazı yerlerde de yaygın olarak nazarlıkotu yakılır. Dumanı ile hasta tütsülenir. Bu esnada çabuk çabuk,
"Üzerliksin havasın
Her dertlere devasın
Ak göz, kara göz,
Mavi göz, ela göz
Hangisi nazar etmişse
Onların nazarını boz"
denilmektedir. Şu tekerleme de söylenilmektedir:
"Elemtere fiş
Kem gözlere şiş
Üzerlik çatlasın
Nazar eden patlasın".
Bu konuda şunu ifade etmek isterim ki, nazardan korunmak veya kurtulmak için çeşitli nazar boncukları, diş, kemik, tırnak ve üzerlik otu gibi nesneleri takmak dinimiz açısından doğru değildir. Çünkü İslâmda fayda ve zarar Allah'ın takdiriyle tecelli eder. Bundan ayrılıp birtakım nesnelerden medet ummak yanlıştır, hurafedir. Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S), nazar boncuğu gibi birtakım nesneleri takarak, hastalıktan kurtulmaya irikad etmeyi men etmişlerdir.

Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, kadınların kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak, ŞİRK (Allah'a ortak koşmak)tır".
Ancak bir hususa değinmekte yarar görüyorum. Çünkü halkımız "nazar var mıdır, varsa İslâm'ın Bakış açışı nedir?" diye çok soru sormaktadır.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar: "Nazar haktır (gerçektir)."
"Nazar insanı mezara, deveyi kazana koyar" Öyleyse "İsabet-i ayn" denilen nazar vardır ve gerçektir. Peki mahiyeti ve İslâm'a göre korunma çaresi nedir? Bunu en yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, konuya ilişkin sorulan bir soruya verdiği cevaptan öğrenelim.
"Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışları ile bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kuran-ı Kerim'de (Kalem Sûresi, Ayet: 51-52)
"... İnkar edenler Kurân'ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi" buyrulmaktadır.
Hz. Aişe (R.A.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.S) "Nazardan Allah'a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır." (İbn Mâce, 2/1159 Hadis No: 3508) buyurmuştur.
Resulullah (S.A.V)'ın nazar değmesine karşı, "Ayetü'l Kürsi" ile ihlâs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve Nas) Sûrelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu (Tecrid tercemesi, 12/90, Hadis No: 3508) buyurmuştur.
İslâm bilginleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak için Kalem Sûresinin 51. ve 52. âyetlerinin okunmasını da tavsiye etmişlerdir.
"Büyük velilerden Hasan Basri Hazretleri, nazara karşı Kalem Sûresi'nin 51. ve 52. âyetlerini okur ve nazardan etkilenen kimselere de okunmasını tavsiye ederdi"
Bu âyetlerle ilgili olarak "Esrar-ı Muhammediye" adlı eserde şöyle denilmiştir:
"Bu âyet-i kerime (Kalem Sûresi 51. ve 52. âyetleri) de nazarın def'i içindir. İster yazmak suretiyle taşınsın, ister o âyetin okunduğu okunmuş suyla yıkanılsın veya o âyetin okunduğu sudan içilsin hep aynıdır. Nazarın etkisinden korunmak için tavsiye edilmiştir.
Kalem Sûresinde adı geçen âyetlerin okunuşu:
"Ve in yekâdülleziyne keferû leyüzlikûneke biebsâ-rihim lemmâ semiu'z-zikre veyekûlûne innehü le-mecnun. Ve mâ hüve illâ zikrun li'l âlemin."
Âyetlerin anlamı: "Hakikat, o küfredenler zikri (Kur'ân 'ı) işittikleri zaman az kalsın seni gözleriyle yıkacaklardı. Halbuki O (Kurân) âlemler için (ins-ü cin için)(mahzı) şereften (öğütten) başka bir şey değildir" (Kalem Sûresi, âyet: 51, 52).
İnsan hoşuna giden bir şeye bakarken nazarı değmemesi için "Maaşâallah, La kuvvete illâ billah" demelidir. Bu Peygamber Efendimiz'in okuduğu bir duadır.
"Nazar değmemesi için çocuklara nazarlık veya boncuk takılması ise cahiliyet devri âdetlerindendir. (Yani batıl âdettir). Bu itibarla hiçbir faydası olmadığı gibi, dinen de caiz değildir.
Hastalanan kimselere Cenâb-ı Hak'tan şifa umarak, Kurân-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak caizdir. Halkı kandırmak, başkalarına zarar vermek, gaibten haber vermek, falcılık ve sihir yapmak... gibi işler ise dinen haramdır. Bu tür maksatlar için üfürükçülük yapmak dinen caiz olmadığı gibi, kanunen de suçtur. Bu itibarla, sihirbazlık ve sihirle ilgili üfürükçülüğü meslek ve sanat edinen ve böylece saf kimseleri kandırarak menfaat sağlayan kişilerin ilgili mercilere bildirilmesi gerekir"

News widget

ÜNIVERSITE REFORMU Atatürk, Türkiye’nin hayatının bütün alanlarında olduğu gibi öğretim alanında da yeni bir yol çizerek ülkemizin maddi ve manevi gelişmesine yön vermiştir. Bu yönü belirten en güzel sözü 1935’te Ankara’da kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin girişinde yazılı olan : «Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.» sözüdür.Türklerin ilk yüksek öğrenim kurumlan olan medreseler, genellikle islam dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medrese bugünkü İstanbul Üniversitesinin başlangıcı sayılabilir. XVI. yüzyılın sonuna kadar intizamlarını koruyan medreselerin, sonraları çeşitli sebeplerle yetersiz kişilerin müderrislik yapmaya başlamaları yüzünden bozuldukları, bir türlü düzeltilemedikleri bilinmektedir. Tanzimatm ilanından sonra, İstanbul’da medreselerin yerine bir Darülfünun kurulması uygun görülmüşse de ilk açılan Darülfünun iki yıl sonra kapatılmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Darülfünunu Osmani, İstanbul Darülfünunu adını alarak tüzel kişilik ve bilimsel özerklik kazanmıştı. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakültelerinden oluşuyordu.İstanbul Darülfünununun, Türk inkılaplarının hazırlanması ve yürütülmesinde yeteri kadar yardımcı olmaması ve hatta bunlardan bazılarına karşı çıkması ya da pasif direnişe geçmesi ve Darülfünunda ciddi bir İlmi çalışma olmaması, hocaların orijinal İlmi çalışmalar yapmamaları ve bilimsel eser verememeleri üzerine Atatürk, Darülfünunun ıslahı için İsviçre’den Profesör Albert Malch’ı getirtmiş ve onun hazırladığı rapor esas alınarak İstanbul Darülfünunu kaldırılmıştır. Darülfünunu kaldıran 31.5.1933 tarih ve 2252 sayılı kanun, İstanbul Üniversitesine bağlı bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunla İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri kurulmuştur.Atatürk’ün üniversite reformu genellikle Alman Üniversite modeline göre yapılmış olup Rektörü, Dekanları ve Fakülteleri ile denenmiş Alman modeline göre yapılmış Üniversite Reformu,' Atatürk’ün eğitim ve öğretim alanında yaptığı inkılapların en müstesna parçasını oluşturur. Başlangıçta, İstanbul Üniversitesinde ve Ankara’da kurulduğunu yukarıda belirttiğimiz Hukuk ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültelerinde kırk kadar Alman bilim adamının görev alması, Üniversite Reformunun başarılı sonuçlar vermesinde değerli bir etken olmuştur.Atatürk’ün hayatında Ankara’da. açılan son yüksek okul da Siyasal Bilgiler Okulu’dur. Bugün Fakülte olan bu okul, Mekteb-i Mülkiye’nin bu adla 1936 - 1937 ders yılında Ankara’ya taşınmasıyla öğrenim hayatını Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.

Your News

Ads

Action Games

Avatar

War Heroes

Popular Posts

No Mercy