17 Nisan 2017 Pazartesi

Şeytan Taşlama (Remy-i Cimar)

Hiç yorum yok




Şeytan Taşlama (Remy-i Cimar)

Hazırlayan: Akhenaton

"Şeytan taşlama"; yani "Remy-i Cimar" haccedenlerin Bayram günlerinde Mina'da birinci gün, yalnız Akabe cemresine, diğer günlerde sırasıyla Küçük, Orta ve Akabe cemresine önceden hazırlanmış olan özel taşları atmalarıdır.[1] Bu taşlamada kullanılan taşlara cemre ismi verilir.[2] Bu ibadet vaciptir. Burada yapılan hareketler, haccın şerair(şartlar)indendir. Güzel bir hatırayı yad etmektir. Bütün insanlığın ortak düşmanı olan şeytanı taşa tutarak lanetlemektir.[3]
Hacda şeytan taşlama ayetle sabittir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

«Allah’ı sayılı günlerde anın. Kim acele eder, (Mina’dan) iki günde dönerse, üzerinde bir günah kalmaz. Kim de geri kalırsa, onun üzerinde de günah kalmaz. Bu, sakınanlar için böyledir. Allah’tan sakının. Bilin ki, siz onun huzuruna toplanacaksınız.» (Bakara, 2/203)

Kurban bayramının birinci gününe yevm-ün-nahr, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine de eyyam-ı teşrîk denir. Birinci günü hacılar, şeytan taşlar, kurban keser ve Mekke’ye inip Kâbe’yi tavaf ederler. Mina’ya döndükleri zaman o gün bitmiş, ikinci gün, yani eyyâm-ı teşrîk başlamış olur. Geriye Mina’da arka arkaya üç günde yapılacak şeytan taşlama ibadeti kalır. Hacılar, peygamberimizin yaptığı gibi, her gün öğleden sonra küçük, orta ve büyük şeytanı taşlar ve hac görevlerini bitirirler. Ayette belirtildiği gibi hac görevini bitiren, eğer bu süre içinde yanlış davranışlardan sakınmışsa günahsız hale gelmiş olur. Bu görevi iki günde bitirenlerin durumu da aynıdır. Şeytana taş atarken “Bismillahi Allahu ekber” denir. Bu günlerin zikri budur. Bunu Peygamberimiz, uygulamasıyla göstermiştir.[4]
Cemreler, Akabe cemresi, ortanca cemre ve küçük cemre olmak üzere üç tanedir. Akabe cemresi, Mina'ya girişte sol taraftadır. Ortanca cemre, Akabe cemresinden sonra gelir ve aralarında 116.77 mt. mesafe vardır. Küçük cemre, Huleyf mescidinden sonradır. Ortanca cemreyle aralarında 156.4 mt. vardır.[5]

Burada temsili olarak tespit edilmiş olan üç yerde taşlama yapılır. Bu ibadet şekli bize Hz. İbrahim'den intikal etmiştir.[3] Şeytan; Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil ve Hacer vâlidemize vesvese vermek için onların peşlerinden koşmuştur. Haccın vâcip bir rüknü olan şeytan taşlama da, onların şeytanı kovup taşlamalarının bir hâtırasıdır.

Taşlama, bir bakıma tel'in, yâni lânetleme mânâsı taşır. Zîrâ o devirlerde lânetleme, taşlamak sûretiyle yapılırdı. Nitekim şeytana «racîm» yâni taşlanmış, taşa tutulmuş denmesi, onun lânetlendiğini ifâde etmek içindir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, burada şekil itibârıyla yerden alınıp atılan taş, aslında günâha atılmış olan taştır. Niyet; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına ulaşmaktır. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“(Şeytan) taşlamak ve Safâ ile Merve arasında sa’y yapmak, ancak Allâh’ın zikrini ikâme etmek için emredilmiştir.” [6]

Yine çakıl taşlarını atmaktan maksat, şeytana buğzetmektir. Çünkü o, Hazret-i Âdem’i topraktan yaratıldığı için küçük görmüş, kendisinin ateşten yaratılmış olması sebebiyle üstünlük iddiâ etmiş, gurura kapılmıştı. Cenâb-ı Hak da onu, küçümsediği bu toprak terkibiyle taşlatmaktadır.

Burada şeytan taşlarken ulaşılması gereken şuur ve hassâsiyet, hayatımızın tamamını kuşatmalıdır. Şeytanın kalbe fısıldadığı her vesveseyi;

“أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ”

Taşlanmış şeytanın şerrinden Allâh’a sığınırım.” ifâdesiyle bertarâf etmek gerekir. Böylece son nefese kadar her fırsatta şeytanı taşlamak îcâb eder. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik edecek olursa, hemen Allâh’a sığın!..” (Fussilet, 36)

Hâsılı şeytan taşlama, iblîsin lânetlenmesi ve gönlün her türlü gaflet ve vesveseden âzâde bir şekilde Allâh’a yöneltilmesidir.[7]
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

«Beytullah'ın çevresinde dönmek, Safa ile Merve arasında gidip gelmek, şeytanı taşlamak, hepsi Allah'ın şeairini (İslam'ın alamet ve işaretlerini) ayakta tutmak içindir.» [3]

Hükmü

Bütün fıkıh kitaplarında şeytan taşlamanın vacip olduğu bildirilmektedir.[8]Vacip oluşu Peygamberimiz (s.a.v.) in fiili sünneti ve icma (Hz. Peygamber(s.a.v.)'in vefatından sonra herhangi bir devirde alimlerin, dinî bir meselenin hükmü hakkında ittifak etmeleri) ile sabittir.[9] Bunu terkedenin kurban kesmesi gerekir. Vacip oluşunun delili, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünnetine dayanan ümmetin icmaıdır.[10]
Bu hususta birkaç hadis-i şerif şöyledir:
«"Ya Resulallah, bu taşları şeytana atmaktaki mükafatımız nedir?" diye sorana, buyurdu ki: «Bunun mükafatını, en çok muhtaç olduğun Kıyamette, Rabbinin katında bulacaksın!» [11]
«İbrahim aleyhisselam, hac yapmaya geldiği vakit, ilk cemrede (şeytan taşlama yerinde) yolunu kesen şeytana yedi taş attı. Şeytan yere battı. İkinci cemrenin yanında görünce yine yedi taş attı. Şeytan yine yere battı. Üçüncü taşlama yerinde şeytanı tekrar görünce, yedi taş atıp onu yerin dibine geçirdi.» [12]

Resulullah efendimizin şeytan taşlamaya yaya gidip geldiği Tirmizi'deki hadis-i şerifte bildirilmektedir.[8]
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), bu hac fiillerinin yerine getirilmesinin esas sebebini şöyle anlatıyor:
«Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Beytullah'ı tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında sa'yetmek ve şeytan taşlamak Allah'ı zikretmek için emredilmiştir.» [13]
Câbir (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'in kurban günü bineğinin üzerinde olduğu halde cemrelere taş atarken şöyle dediğini rivayet eder:

«Menâsikinizi benden almanız için böyle yapıyorum. Çünkü bu haccımdan sonra tekrar haccedeceğimi bilmiyorum.» [14]
Süleyman b. Amr b. el-Ahvas'ın annesi:
«"Peygamber (s.a.v.)'i vadinin ortasında gördüm şöyle diyordu: "Ey insanlar! birbirinizi öldürmeyin. Cemreleri attığınız zaman nohut tanesi büyüklüğünde taşlar atınız". demiştir.» [15]
İbn Abbas ise şöyle diyor:

«Hz. Peygamber (s.a.s.); Gel benim için taş topla, dedi. Ben de fiske taşı büyüklüğünde çakıl taşları topladım." Taşları avucuna koyunca şöyle dedi: "İşte bunun gibi taş atınız! Dinde aşırı gitmekten sakınınız. Şüphesiz sizden öncekileri, dinde aşırı gitmek helâk etmiştir.» [16]
Âlimlerin çoğu bu hadislere dayanarak bu büyüklükte taş atmanın evlâ olduğunu söylemişlerdir.[17]
Atılan cemrelerin mutlaka taş olmalar: gerekmez. Yeryüzü cinsinden toprak, çamur, kiremit ve tuğla gibi şeylerle de şeytanı taşlamak caizdir. Ancak demir, kurşun, cam ayakkabı, terlik ve benzeri şeyleri atmak caiz değildir.[18]
Atılacak taşların sayısı kırk dokuz veya yetmiştir. Buna göre, yedi tanesi bayram günü Akabe cemresine atılır. Yirmibir tanesi onbirinci gün her cemreye yedişer taş olmak üzere atılır. Yirmibir tanesi de onikinci gün aynı şekilde atılır. Kalan yirmibir tane onüçüncü gün atılır. Yalnızca üç gün taş atmak da caizdir.[19]
Cemrelere atılması gerekenden fazla taş atılması ise mekruhtur.[1] Taşları atarken tekbir getirmek ise müstahabdır. Süleyman b. Amr b. El Ahvas'ın anası şöyle diyor:

«Ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın Kurban Bayramı günü Akabe cemresi yanında vadinin ortasında durup cemreye yedi taş attığını, her taşla birlikte tekbir getirdiğini ve taşları attıktan sonra oradan ayrıldığını gördüm.» [20]

Gündüz taş atmaya bir engel varsa, geceye tehir edilebilir. Özürsüz tehir mekruhtur. Son gece yarısından önce taş atmak da caiz değildir. Ancak kadınlar, çocuklar ve özürlülerin Akabe cemresini kurban gecesinin ikinci yarısında atmalarına ruhsat verilmiştir.[2]
Şeytan taşlamak haccın farzlarından olmadığından, mazeretsiz olarak terk edilmesi, haccın sahih olmasını engellemez. Yani haccın farzları îfâ edilmişse, hac sahihtir.[21]

Tarihçe

Taş atma Hz. İbrahim'e kadar uzanmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber:
«İbrahim (a.s.) hac menâsiki için geldiğinde akâbe cemresi yanında Şeytan ona göründü. İbrahim (a.s.) ona yedi taş atarak yere serdi. İkinci cemre yanında tekrar Hz. İbrahim'e gözüktü, aynı şekilde yedi taş atarak yere serdi. Üçüncü cemre yanında yine gözükünce aynı şekilde yedi taş attı, nihayet Şeytan yerin dibine geçti.»
buyurmuşlardır.[22]
Bu hususta iki rivayet vardır. Birisi şöyle:

Hz. İbrahim, bir imtihan olarak Allah'ın emri ile oğlu Hz. İsmail'i kurban etmeye götürürken şeytan önlerine çıkar. Hz. İbrahim'in babalık şefkatini istismar etmeye kalkarak, bu işten vazgeçirmeye çalışır. Fakat ters yüz edilir. Bundan sonra Hz. İsmail'e musallat olur. Cenab-ı Hakkın emrini babasının yanlış anladığını, annesini gözü yaşlı olarak geride bıraktığını fısıldayarak emre boyun eğmemesini telkin eder. Şeytanın desiselerine hiç aldırış etmeyen Hz. İsmail, onu yanından kovmakla kalmaz, arkasından da yedi tane taş atar.İşte hacıların cemrelerde taş atmaları bu hadisenin hatırlanması ve yeniden yaşanmasıdır.

Bu hususta İbn-i Abbas'ın rivayeti de şöyledir:

«Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı.»

Bundan sonra İbn-i Abbas, şöyle diyor:

«Siz ancak şeytanı taşlıyor ve ancak atanız İbrahim Aleyhisselamın yolunu izliyorsunuz.»

Bu ibadet şekli Hz. Adem'den beri her insanın ortak düşmanı olan şeytanın arzusuna icabet etmemek, onun vesveselerine aldırmamak, iman çemberi içinde, şeytanı bir kere daha kahretmek, yerin dibine geçirmektir.Bu taşlama, kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı bir zindelik gösterisi, her çeşit kötülükleri yenme azminin sembolleşmesi, Rabbimizle yapılan manevi anlaşmanın icrasıdır.[3]

Yapılışı

Taşların atıldığı kümeye yaklaşarak, atılacak taş, sağ elin baş ve şehadet parmaklarının uçlarıyla tutulur. "Bismillah, Allahu ekber rağmen li'ş-şeytani ve hizbih" diyerek atılır. Taşların her biri ayrı ayrı atılmalıdır. Hepsi birden atılırsa tek taş atılmış sayılır. Taşlar, kümelerin üzerine veya kümeleri kuşatan havuzlara düşecek şekilde atılmalıdır.[23]

Şeytan Taşlamanın Sahih (Geçerli) Olmasının Şartları

  1. Cemrelere taşlar el ile fırlatılarak atılır. Taşların el haricinde başka bir aletle atılması veya atılmaksızın el ile cemrelerin üzerine bırakılması geçerli olmaz.
  2. Atılan şeylerin, taş, kurumuş çamur v.b. gibi kendisiyle teyemmüm edilmesi caiz olan bir madde olması gerekir. Ağaç, maden ve tezek gibi şeyler atılırsa taşlama sahih olmaz.
  3. Taşların her birisi ayrı ayrı atılmalıdır. Hepsi birden atılırsa tek taş atılmış kabul edilir.
  4. Taşların atılması gereken yere yani taşlardan örülü sütuna veya çevresindeki havuzun içine düşürülmesi gerekir. Yerine ulaşmayan taşlar geçerli sayılmaz.
  5. Taşların atılması gereken yere, atanın fiili sonucu ulaşması gerekir. Atılan taş bir yere düştükten veya çarptıktan sonra kendiliğinden atıldığı yere ulaşırsa geçerli olur. Ancak bir başkasının hareketiyle yerine ulaşırsa sahih olmaz, yeniden atılması gerekir.
  6. Taş atmaya gücü yetenin taşları bizzat kendisinin atması. Bir kimsenin bir başkasını kendi yerine taş atmaya vekil tayin edebilmesi için namazlarını ayakta kılamayacak durumda olması gerekir.
  7. Taşların belirlenmiş vakitlerde atılması gerekir.[1]

Şeytan Taşlama'nın Zamanı ve Atılacak Taş Sayısı

Bayramın Birinci Günü; Bayramın birinci günü, Büyük Şeytana tarif edildiği şekilde "7" taş atılır. Atılan ilk taşla birlikte telbiyeye son verilir. Birinci günkü taşlamanın zamanı gece yarısından itibaren başlar, bayramın ikinci günü tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

Bayramın İkinci Günü; Bayramın ikinci günü, küçüğünden başlanarak her üç şeytana 7'şerden toplam 21 taş atılır. İkinci günkü taşlama zeval vaktinde yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

Bayramın Üçüncü Günü; Bayramın üçüncü günü de ikinci günde olduğu gibi küçük şeytandan başlamak üzere her üç şeytana 7'şerden toplam 21 taş atılır. Üçüncü günde taşlamanın zamanı zeval vaktinden yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

Bayramın Dördüncü Günü; Bayramın dördüncü günü tan yeri ağarıncaya kadar Mina'dan ayrılmamış olanlar, tan yerinin ağarmasından itibaren güneş batıncaya kadar her üç şeytana "7"şerden toplam 21 taş daha atarlar. Tan yeri ağarmadan Mina'dan ayrılanların bu günün taşlarını atmaları gerekmez. Uygulama da böyledir.

Taşlamalarda, çok kalabalık olan gündüzün izdihamlı saatleri yerine, tenha olan gece saatleri, ya da akşam saatleri tercih edilmelidir.

Küçük ve orta şeytanlara taş atıldıktan sonra, mümkünse bir kenara çekilip dua edilir. Büyük şeytana taş atıldıktan sonra beklenmez, orası hemen terk edilir.[23]

Taşlamada Vekâlet ve Atılamayan Taşların Kazası

Hastalık, yaşlılık, sakatlık gibi mazeretlerle taş atmaya gidip bizzat atamayacak olan kimselerin, uygun kişileri vekil ederek taşlarını attırmaları gerekir. Geçerli mazeretin ölçüsü; ayakta namaz kılmaktan aciz olmaktır. Gündüz izdiham sebebiyle taş atamayanlar gece izdiham olmayan vakitleri kollar ve taşlarını atarlar. Geceleri, bizzat atabilecek olanların, başkasına vekalet vermesi caiz olmaz. Vekaletin caiz olabilmesi için acziyetin sabit olması gerekir. Vekil olanlar her cemreye önce kendi taşlarını atar, sonra vekil olduğu kimselerin taşlarını atarlar.[1]
Gücü yetenlerin taşları bizzat kendilerinin atmaları gerekir. Vekalet vererek başkasına attıramazlar. Hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi mazeretlerle taşları bizzat kendisi atamayacak durumda olanlar, vekâlet vererek taşları bir başkasına attırırlar. Vaktinde atılamayan taşların, bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadar atılması vaciptir. Atılmadığı takdirde ceza gerekir.[23]
Tamamen terk edilmesi, bir koyun veya keçi kurban etmek gibi bir cezâyı gerektirir. Eğer bir günde atılması gereken taşların yarıdan fazlası atılmış ve azı atılmamışsa, atılmayan her bir taş için sadaka vermek gerekir. Ancak hastalık, ihtiyarlık, aşırı zayıflık, bayılma, kadınların hayız hâli... vs. gibi mâzeretlere binâen şeytan taşlama terk edilmişse veya yapılamamışsa, hiçbir cezâyı gerektirmez, haccın sıhhatine zarar vermez.[21]

Şeytan Taşlama, Neyi Simgeliyor?

Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.[23]
Şeytan taşlama mahâlli, düşünce, amel ve niyetlerdeki bütün negatif değerleri temizleme; mal, makam, mevki ve şöhret tutkularından kurtulma yeridir. Şeytan taşlama da; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.

Şeytan taşlama ,İnsanları günahlara düşürmeye çalışan ve bu yolda sürekli çaba harcayan şeytana karşı bir tür tepkinin, ona karşı direnmenin sembolik bir ifadesidir. Yani, O'nu taşlamak bir çeşit karşı eylemdir. Çünkü O'nun saptırma planları, eylemleri o zamana mahsus olmayıp, her zaman için geçerli ve söz konusudur.

Bugün mevcut olan direkler, şeytanın görüldüğü yeri temsil ederler. Hz. İbrahim (as), şeytanı o taş sütunlarının bulunduğu yerde görmüş ve taşlamıştır.

Kısaca, gerek haccın menasiki gerekse bunların zamanları ve yerine getirilme yeri konusunda Hz. Peygamber(s.a.v.) in uygulamasına tabi olmak gerekir.

Allah'ın Resulü(s.a.v.), hac ibadetini uygulayarak öğretmiş, "Hac ile ilgili menasikinizi (bu ibadeti oluşturan uygulamalar) benden öğrenin" (Müslim) buyurmuştur. Buna göre; Hz. Peygamber(s.a.v.) nasıl hac yapmışsa; yani nerede, ne zaman hangi uygulamayı gerçekleştirmişse Kur'an'daki "Hacc"ın anlamı odur.

İslam dininde müslümanların yerine getirmekle yükümlü tutuldukları ibadet, emir ve yasakların bir kısmının hikmetlerini tesbit mümkün olabildiği gibi, bir kısmının hikmetini tesbit etmek ise mümkün değildir. Aklın alanına girmeyen, illetleri anlaşılamayan, kendileriyle neyin amaçlandığı gizli kalmış hükümler taabbudi hükümler olarak nitelendirilmektedir. Bu gibi hükümlerin sahasını genellikle ibadetler, hadler ve keffaretler gibi belli miktarda belirlenmiş hükümler oluştururlar. Helal ve haramlarla ilgili konuları da bu kısımda incelemek gerekir.

Bu tür hükümlerin hikmetleri, tesbit edilse de edilmese de gerekleri, müminler tarafından yerine getirilmek durumundadır. Hac ibadetinde yapılan menasikin hikmetini tesbit mümkün değildir. Bazı hikmetlerinin olduğu ifade edilse de bunların doğruluğu veya yanlışlığını tesbit etme imkanına sahip değiliz. Allah ve Peygamberi bizden bu ibadetleri nasıl yapmamızı istemişse, biz onların hikmetlerini tesbit etsek de etmesek de, belirtilen şekilde yapmak durumundayız.

Allahu Teala hakîm, yani hikmet sahibidir. Bütün emir ve yasaklarında, bizim bilip bilmediğimiz bir çok sebepler, hikmetler ve faydalar vardır. Fakat biz, Cenab-ı Hakk'ın emir ve yasaklarını faydalar elde etmek için değil, Allah'ın emri olduğu için yerine getiririz. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz faydalar da böylece gerçekleşmiş olur.

Sonuç olarak, bu tür ibadetlerin hikmetleri tespit edilse de edilmese de, gerekleri müminler tarafından yerine getirilmek durumundadır. Bu konularda herhangi bir yoruma gitmek mümkün değildir. Dolayısıyla taabbudi olan bu hükümlerin hikmeti; Allah'a teslimiyet, yalnızca O'na karşı saygı duymak, O'nu yüceltmek ve O'na yönelmektir.[9]
Hac ve umre ibâdeti esnâsında şu düşünceyi de akıldan çıkarmamak lâzımdır:

Hırsızlar, kuyumcu dükkânları dururken gidip de bir eskici dükkânına girmek için uğraşmazlar. Çünkü zenginlik, içinde kıymetli mücevherât olan kuyumcu dükkânlarında bulunur. İbâdet ehli bir mü'min ile ibâdetten uzak gâfil bir insan da buna benzer. İnsanlığı ifsâd etmek için Cenâb-ı Hak'tan müsâade almış bulunan şeytan, ibâdeti olanın peşinden daha çok koşar. Bu yüzden hac ve umreye niyetlenen bir kişiye daha büyük bir hırsla musallat olur. Bu sebeple hacca gideceklerin ilk kuşanacakları silâh “sabır” olmalıdır. Zîrâ hac, diğer ibâdetlerden farklı bir ibâdettir. Şeklen kolay gibi gelir, esâsen en zor ibâdetlerden biridir. Bunun içindir ki, niyet cümlesinde:

“Allâh'ım! Onu bana kolaylaştır!..” ifâdesi de yer almıştır.

Hac ve umrede:

لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ، لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ،
اِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ


diyerek Hakk'a ilticâ eden gönüller, bu telbiyeler ile Rablerinin dâvetine icâbet ettiklerini ve O'nun mülkünde O'ndan başka ilâh olmadığını ikrâr ettikten sonra bir daha nefsin, şeytanın ve hevânın arzularına yönelmemeye söz vermiş olduklarını bilmelidirler.

Bu yüzden mü'mine düşen; şeytanın her türlü ifsatlarına karşı uyanık olmaya çalışmaktır. Yine bu meşakkatli yolculuk esnâsında başa gelebilecek aksilikler karşısında yılmamak, sabretmek ve bunların birer imtihan vesîlesi olduğunu düşünerek hac ve umre ibâdetinin rûhâniyetini zedelemekten sakınmaktır.[7]

Kaynaklar ve Dipnotlar

[1] www.hikmet.net/content/view/55484/14/
[2] www.kutsaltopraklar.net/bilgiler/ziyaret/mekke_12.htm
[3] www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=2737
[4] www.fetva.net/yazili-fetvalar/hacda-seytan-taslamanin-dinimizde-ki-yeri-nedir.html
[5] es-Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne, I, 729
[6] Tirmizî, Hac, 64/902.
[7] haccimebrurveumre.darulerkam.altinoluk.com/mina-ve-seytan-taslama/
[8] www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1144
[9] hacforumu.com/index.php?topic=532.0
[10] el-Kâsânî, Bedâiü's-Sanâyi, II, 136
[11] Taberani.
[12] Hakim, İbni Huzeyme
[13] Ebu Dâvud, Menâsik 51, (1888); Tirmizî, Hacc 64, (902)
[14] Müslim, Hac, 310.
[15] Ebu Davud, Menâsik, 77.
[16] Nesâî, Menâsik, 217.
[17] es-Seyyid Sâbık, a.g.e. I, 727
[18] es-Seyyid Sâbık, a.g.e., I, 729
[19] es-Seyyid Sâbık, a.g.e., I, 731
[20] İbn Mâce, Menâsik, 64
[21] fikih.info/kategoriler/hacc-ve-umre/651-hacda-seytan-taslamanin-hukmu-nedir.pdf
[22] Ahmed bin Hanbel, 1, 297
[23] www.kubacami.com/konular/akademi/hac/taslama.htm

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

News widget

ÜNIVERSITE REFORMU Atatürk, Türkiye’nin hayatının bütün alanlarında olduğu gibi öğretim alanında da yeni bir yol çizerek ülkemizin maddi ve manevi gelişmesine yön vermiştir. Bu yönü belirten en güzel sözü 1935’te Ankara’da kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin girişinde yazılı olan : «Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.» sözüdür.Türklerin ilk yüksek öğrenim kurumlan olan medreseler, genellikle islam dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medrese bugünkü İstanbul Üniversitesinin başlangıcı sayılabilir. XVI. yüzyılın sonuna kadar intizamlarını koruyan medreselerin, sonraları çeşitli sebeplerle yetersiz kişilerin müderrislik yapmaya başlamaları yüzünden bozuldukları, bir türlü düzeltilemedikleri bilinmektedir. Tanzimatm ilanından sonra, İstanbul’da medreselerin yerine bir Darülfünun kurulması uygun görülmüşse de ilk açılan Darülfünun iki yıl sonra kapatılmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Darülfünunu Osmani, İstanbul Darülfünunu adını alarak tüzel kişilik ve bilimsel özerklik kazanmıştı. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakültelerinden oluşuyordu.İstanbul Darülfünununun, Türk inkılaplarının hazırlanması ve yürütülmesinde yeteri kadar yardımcı olmaması ve hatta bunlardan bazılarına karşı çıkması ya da pasif direnişe geçmesi ve Darülfünunda ciddi bir İlmi çalışma olmaması, hocaların orijinal İlmi çalışmalar yapmamaları ve bilimsel eser verememeleri üzerine Atatürk, Darülfünunun ıslahı için İsviçre’den Profesör Albert Malch’ı getirtmiş ve onun hazırladığı rapor esas alınarak İstanbul Darülfünunu kaldırılmıştır. Darülfünunu kaldıran 31.5.1933 tarih ve 2252 sayılı kanun, İstanbul Üniversitesine bağlı bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunla İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri kurulmuştur.Atatürk’ün üniversite reformu genellikle Alman Üniversite modeline göre yapılmış olup Rektörü, Dekanları ve Fakülteleri ile denenmiş Alman modeline göre yapılmış Üniversite Reformu,' Atatürk’ün eğitim ve öğretim alanında yaptığı inkılapların en müstesna parçasını oluşturur. Başlangıçta, İstanbul Üniversitesinde ve Ankara’da kurulduğunu yukarıda belirttiğimiz Hukuk ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültelerinde kırk kadar Alman bilim adamının görev alması, Üniversite Reformunun başarılı sonuçlar vermesinde değerli bir etken olmuştur.Atatürk’ün hayatında Ankara’da. açılan son yüksek okul da Siyasal Bilgiler Okulu’dur. Bugün Fakülte olan bu okul, Mekteb-i Mülkiye’nin bu adla 1936 - 1937 ders yılında Ankara’ya taşınmasıyla öğrenim hayatını Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.

Your News

Ads

Action Games

Avatar

War Heroes

Popular Posts

No Mercy