17 Nisan 2017 Pazartesi

Şeytan Düğünü

Hiç yorum yok



Şeytan Düğünü

Özellikle yaz aylarında kırlarda, yaylalarda ortalık günlük güneşlikken birdenbire yağmurun bastırdığı olur. İplik iplik yağar yağmur, ışıltılı, pırıl pırıldır. Bulutlar bile ışık doludur. Öyle ki parlayan bir saydamlık kazanır.

Bir yandan yağmur yağarken diğer yandan da güneş ışıklarını önlenemez biçimde her yana saçar. Sanki gökten birileri dünyayı gözlüyor gibidir. İşte böyle durumlarda halk: "Şeytanlar düğün ediyor!" der.

Halkın yakıştırması, güneşli yağmurlu havalar için değildir. sadece. Eski tapınak, eski yıkıntı ören yerler, ıssız ormanlar ve hatta çöller, insanı ürperten yerlerde de "şeytanlar düğün ederler." Böylesi yerler, kaçınılması gereken yerlerdir. Çünkü şeytanlar düğün ederken oralarda dolaşanları cinler alıp götürürlermiş.

Anadolu insanı inanıyor ki, cinlerin kaçırdığı kimseyi geri almak, kurtarmak, çok güç bir iştir. Bunu ancak onlarla konuşabilen cinciler, hocalar başarabilirlermiş.

Issız yerlerden, ormanlardan, çöl gibi yerlerden, mezarlıklardan arada bir inceden inceden sesler, uğultular duyulur. Değişik hava akımlarının, yaprak kımıldanışlarının, hışırtıların doğurduğu bu seslerin görünür bir nedeni olmadığı gibi; halk inanır ki, şeytanların düğününde çalınan çalgıların sesleridir bu sesler.

Bu sesler ortalığı kaplayınca konuşulmaz. Çünkü cinler, insanın sesini çalarlar sonra. Böyle yerlerde ya da yakınlarında yaşayanların başına gece uyurken cinler üşüşürmüş. Onun için, yani cinlerden korunmak için "hamayıl" kullanmak gerekir.[1]

Kaval, kemençe, tulum, çalpara gibi çalgılarla benzerleri, bütün çalgı araçları şeytanın düğününde kullanılırmış. Bu yüzden iyi çalgı çalanların da kendilerini korumaları gerekirmiş. Sonra gece uyurken insanın başına cinler üşüşürmüş. Şeytan düğününde yalnız güzel sesli insanlar, güzel kızlar değil, güzel atlar, koyunlar, buzağılar bile çalınırmış, onlara da insanlar gibi şeytan nazarı değermiş. Bundan dolayı onların da başlarına, boyunlarına nazarlık takılır, mavi boncuk bağlanır.

Tutarık (sar'a) denen sinir hastalığına yakalananların başına gelen yıkıma da şeytan çalması, cin çalması, ya da çarpılma adı verilir. Bunun da çok değişik nedenleri vardır. Bunlar genellikle yasaklara uymamaktan olur. Bu yasaklar da genellikle dinsel (eski dinlerde olduğu gibi, tektanrıcı dinlerde de bu yasaklar çoktur) nitelik taşır.

Ceviz, incir türünden ağaçların altında uyuyanların şeytanca çalındığı, ıssız ormanlarda türkü çığıran güzel kızların seslerinin bozulduğu görülürse şeytan çalınması sonucu bir olayın varlığına inanılır.

Birçok din adamının çalgıyı, türkü çağırmayı yasaklaması, özellikle kemençe, kaval gibi çalgıların sesinden kaçınması yalnız dince konulmuş bir yasak sonucu değildir. Eski çağlardan kalmış, sonradan kılık değiştirmiş bir inanç gereğidir. Düğünde çalgı çalınıp oyun oynanmasını bile yasaklayan birtakım hocalar vardır. Onlara göre düğün, türkü çığırma, çalgı çalma şeytan işidir, daha doğrusu şeytan düğünü'dür.

Düğünlerde türkü çığırmak, çalgı çalmak gibi içki içmek de şeytan düğünü'ne yaraşır bir davranış olduğundan yasaklanmıştır. İnsan içki içince özünü şeytan çalarmış. İçki içip sızanın kendinden geçmesinin gerçek nedeni buymuş. Bu inanç, bugün aşırı ölçüde dine, din kurallarına bağlı çevrelerde yaygındır.[2]

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

News widget

ÜNIVERSITE REFORMU Atatürk, Türkiye’nin hayatının bütün alanlarında olduğu gibi öğretim alanında da yeni bir yol çizerek ülkemizin maddi ve manevi gelişmesine yön vermiştir. Bu yönü belirten en güzel sözü 1935’te Ankara’da kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin girişinde yazılı olan : «Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.» sözüdür.Türklerin ilk yüksek öğrenim kurumlan olan medreseler, genellikle islam dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medrese bugünkü İstanbul Üniversitesinin başlangıcı sayılabilir. XVI. yüzyılın sonuna kadar intizamlarını koruyan medreselerin, sonraları çeşitli sebeplerle yetersiz kişilerin müderrislik yapmaya başlamaları yüzünden bozuldukları, bir türlü düzeltilemedikleri bilinmektedir. Tanzimatm ilanından sonra, İstanbul’da medreselerin yerine bir Darülfünun kurulması uygun görülmüşse de ilk açılan Darülfünun iki yıl sonra kapatılmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Darülfünunu Osmani, İstanbul Darülfünunu adını alarak tüzel kişilik ve bilimsel özerklik kazanmıştı. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakültelerinden oluşuyordu.İstanbul Darülfünununun, Türk inkılaplarının hazırlanması ve yürütülmesinde yeteri kadar yardımcı olmaması ve hatta bunlardan bazılarına karşı çıkması ya da pasif direnişe geçmesi ve Darülfünunda ciddi bir İlmi çalışma olmaması, hocaların orijinal İlmi çalışmalar yapmamaları ve bilimsel eser verememeleri üzerine Atatürk, Darülfünunun ıslahı için İsviçre’den Profesör Albert Malch’ı getirtmiş ve onun hazırladığı rapor esas alınarak İstanbul Darülfünunu kaldırılmıştır. Darülfünunu kaldıran 31.5.1933 tarih ve 2252 sayılı kanun, İstanbul Üniversitesine bağlı bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunla İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri kurulmuştur.Atatürk’ün üniversite reformu genellikle Alman Üniversite modeline göre yapılmış olup Rektörü, Dekanları ve Fakülteleri ile denenmiş Alman modeline göre yapılmış Üniversite Reformu,' Atatürk’ün eğitim ve öğretim alanında yaptığı inkılapların en müstesna parçasını oluşturur. Başlangıçta, İstanbul Üniversitesinde ve Ankara’da kurulduğunu yukarıda belirttiğimiz Hukuk ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültelerinde kırk kadar Alman bilim adamının görev alması, Üniversite Reformunun başarılı sonuçlar vermesinde değerli bir etken olmuştur.Atatürk’ün hayatında Ankara’da. açılan son yüksek okul da Siyasal Bilgiler Okulu’dur. Bugün Fakülte olan bu okul, Mekteb-i Mülkiye’nin bu adla 1936 - 1937 ders yılında Ankara’ya taşınmasıyla öğrenim hayatını Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.

Your News

Ads

Action Games

Avatar

War Heroes

Popular Posts

No Mercy