17 Nisan 2017 Pazartesi

Kabirlerde Dua

Hiç yorum yok



Kabirlerde Dua

İslâm'da dilek ve istekler sadece Allah'a arz edilir. Allah'tan başkasına sığınmak ve O'ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Gerçek böyle olmasına rağmen, halkımızdan bazıları dua şeklini ve adabını adeta değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü bâtıl hareketleri sokmuşlardır.
Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp çağırıyor. Kimisi dua yapmak için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar.
Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve batıldır.
Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü İslâm'da Allah'a sığınmak, O'na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah'a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, "Falan yatıra gittim ona dua ettim o mübarek zatın himmetiyle duam kabul oldu" derse bu caiz değildir.
Kabirler; ölümü düşünmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gün gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını görmek ve ibret almak için ziyaret edilir. Nitekim Allah Elçisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde:
"Kabirleri ziyaret edin çünkü ziyaret sizi dünyada zahidâne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır " buyurmuşlardır.
Kabir başına varınca, ölenlerin ruhuna Kurân okumak, okunan Kurân'ın sevabını mevtaların ruhuna "Allah rızası için" armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, "Duam oraya gitmekle kabul olacak" inancı yanlıştır.
Gezliğimiz ve gördüğümüz bazı yerlerde tespit ettik ki türbelere, kabirlere gidenler, orayı adeta bir piknik yerine çeviriyorlar. Yeme ve içmeler yapılıyor, adaklar dağıtılıyor. Kurân ve mevlitler de okunuyor. Fakat dua bittikten sonra, bazı türbelerin bahçelerinde salıncaklar kurulup şarkılar söyleniyor. Zevk ü sefa yapılıyor. Bu yanlıştır ve İslâm adabına uygun değildir. Türbe ve kabristanlıklarda bu adetlere son vermek gerekir.
Bu tespitten sonra İslâm'a göre dua nedir? Nerede ve nasıl yapılmalıdır? Kısaca bunu açıklamaya çalışalım:

a) Dua ve Adabı:

İnsanın yüce yaratıcıya karşı yapmak zorunda olduğu kulluk görevlerinden biri de DUA'dır. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre "Dua bir ibadettir."
Gerçekten de dinler tarihinin bize ulaştırdığı bilgilerden öğreniyoruz ki insanoğlu yeryüzünde hangi tür inancı taşırsa taşısın, hiçbir zaman dua etmek lüzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği daima üstün bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş biçimidir.
Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "çağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir. Muhammed Hamdi YAZIR dua'yı şöyle tarif etmektedir.
"Dua; küçüğün büyükten, acizin kâdirden hacet ve arzusunu talep ve ricası demektir.
Çağımızın ünlü biyoloji bilgini Alexis Carrel, "dua; kâinatın gayrimaddi olan heyulasına uzanmak" demektedir. Genellikle ya bir şikayet, ya bir bunalma veya bir yardım istemedir. Bazen de eşyada gizli yüce ve edebî prensibi, iç refahı ile nazar ve temaşadır. Dua insanın en yüce hikmet, en yüce kuvvet, en yüce güzellik ile birleşme ve kaynaşma yolunda insanın sarf ettiği cehittir. Dua öyle bir takım formüllerle, hafif tertip dinlenmek değildir. Gerçek dua şuurun Allah ile birleşip kaynaştığı giz dolu bir halettir.
Dua, en güzel anlam ve ifadesini, sevgili Peygamberimizin buyurduğu hadislerde kazanmıştır. Bunlardan bir kaç tanesini örnek olarak arz edelim.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar:
"Dua, mü'minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur. Dua, ibadettir. Darlık zamanında Allah'ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin. Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah 'a hoş gelen bir şey yoktur. Allah fazl-u kerem sahibidir. Bir adam ellerini O'na kaldırırsa, onları boş olarak geri çevirmekten utanır."
Dua etmek için kutsal kitabımız Kurân-ı Kerim'de emir ve işaretler vardır. Yüce Allah Mü'min Sûresinde şöyle buyuruyor: "Bana dua edin ki size karşılığını vereyim..". Bir başka sûrede de "Ey Muhammed kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım, Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar"
Anlamlarını sunduğumuz bu ve bunlara benzer diğer âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki Allah'a dua etmek bir buyruktur ve kulun kulluk vazifesidir. Allah'a dua kişiyi hiçbir zaman küçültmez. Bilakis, insanın Allah'a teslimiyetini ifade eder. İnsanın, Allah'ın azameti ve kudreti karşısında ne kadar aciz olduğunu, ancak O'na inandığını, O'na güvendiğini, kulluğunu O'na arz ettiğini ifade eder. Çünkü dua eden, ancak Allah'a inandığı için dua etmektedir. Dua eden kimse Allah'ın emrini yerine getirmiş olduğundan sevap kazanır. Zira dua bir ibadettir. Allah Elçisi: "Dua ibadetin özüdür" buyurur. Dua eden kul Allah'ına yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur. Zaten ibadetin aslı da O yüce kudrete yaklaşmak değil midir? Kurân-ı Kerim'in pek çok yerinde geçen dua lafzı, çok kere ibadet anlamında kullanılmıştır.
Peygamberimizin ve İslâm bilginlerinin bildirdiklerine göre dua insanın manevi dünyasını zenginleştirmesi, insanı ruh olgunluğuna yüceltmesi bakımından pek çok yararlıdır. Ta ki kişi duayı içtenlikle inanarak, ısrarla ve sürekli olarak yapsın. Zaten Kurân-ı Kerim'de: "Ey insanlar! Allah'ı çok anın, O'nu sabah akşam teşbih edin." "Allah'ı çok anın ki saadete erişesiniz" anlamlarındaki ayetler, duayı dilimizden eksik etmememizi hatırlatmaktadır. Dua, yüce Allah'a karşı, dilek ve arzumuzu, af ve mağfiret niyazımızı arz etmek olduğu için, kendine özgü bir usûl ve adap içerisinde yapılmalıdır,

b) Duada Dikkat Edilecek Hususlar:

İslâmî usûle göre dua yapmak için şu hususlara dikkat etmekte yarar vardır.
Dua, her zaman yapılabilir. Ancak Ramazan, Arefe, Bayram, Cuma günleri özellikle seher vakitleri ile, namaz sonlarında, secde aralarında ve savaş içinde saflar teşkil edildiği sıralarda yapılan dualar daha makbuldür.
Dua yapılırken genellikle kıbleye dönmek, fakat gözleri göğe dikmemek gerekir.
Dua; bağırıp çağırmadan, sesi fazla yükseltmeden huzur ve huşu ile yapılmalıdır. Dua'da kızgınlıkla kötü sözler söylememek, dua ederken Allah'tan başka her şeyi kalpten çıkarıp, yalnız O'nu düşünmek ve O'na güvenmek şarttır.
Dua'nın Allah tarafından kabul edileceğine inanmak, duaya hemen dileğini söyleyerek değil, önce Allah'a hamdederek, Peygamberimize salat ve selam getirerek başlamak lazımdır.
Duanın kabul olması için; hak yememek, kime kötülük yapmışsak ondan helallik almak, herkese iyilik düşünmek, ibadet ve taate yönelmek icap eder.
Yine duanın kabul olması için, ana-babayı kırmamak, onları razı etmek, mazlumun ahından kaçınmak gerekir.
Şunu da hatırlatmak isteriz ki, İslâm'daki dua adabında "Dua ettim, ettim de kabul edilmedi" demek doğru değildir.
Yapılan duanın kabul olup olmaması Allah'ın takdirindedir. Kendimizi ıslah etmemiz, imanımızı yüceltmemiz gerekirken, "Duam kabul olmadı" demek İslâm inanç ve ahlâkına aykırıdır. Unutulmamalıdır ki her dua, Allah katında muhafaza edilir. Karşılığı ya dünyada ya da ahirette verilir. Ne zaman ve nerede verileceğini biz bilemediğimiz için duam kabul olmadı demek hatadır. İnanç zaafından ileri gelir. Allah'a dua etmenin, O'na yakarışta bulunmanın, O'na güvenmenin insan ruhu üzerinde çok olumlu etkisi vardır. Çünkü dua, psikolojik anlamda bir boşalmadır. Kişi, ruhunu sıkan birtakım duygu ve düşüncelerinden arınmak istediği zaman yaratanına sığınmakla, O'na yakarışta bulunmakla hafiflediğini hisseder. Af ve mağfiret dilemekle günahlarından temizlendiğine inanır. Bu inanç dua edene huzur ve sükun verir.
Nitekim konuya ilişkin olarak Dr. Alexis Carrel de şöyle demektedir.
"Dua, zihni ve uzvî bir değişiklik meydana getirir. Bu değişiklik tedrici olur. İnsan ne ise kendisini öylece olduğu gibi görür. Bencilliğini, ihtirasını, hatalarını, kibrini görür. Ahlâkî görevini yapmaya doğru yön alır. Fikri tevazu kazanmaya çalışır. Onda iç sükûnet, ahlakî faaliyetler ahengi, yoksulluğa, iftiraya, gam ve kedere, ızdıraplara karşı daha çetin sabır ve tahammül başlar. Bununla beraber dua, uyuşturucu bir morfin tesiri yapıyor değildir."
Dua ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz'in buyurduğu birkaç hadis mealini sunarak konuyu tamamlayalım.
"Dua ibadetin iliği ve özüdür."
"Şüphesiz ki Allah,ısrar ile dua eden kulunu sever."
"Kim yüce Allah 'a dua etmezse, Allah ona gazap eder."
Ünlü devlet adamı Mahatma Gandhi de şöyle söylemektedir:
"Dua ve ibadet olmasaydı, ben çoktan çıldıracaktım."

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

News widget

ÜNIVERSITE REFORMU Atatürk, Türkiye’nin hayatının bütün alanlarında olduğu gibi öğretim alanında da yeni bir yol çizerek ülkemizin maddi ve manevi gelişmesine yön vermiştir. Bu yönü belirten en güzel sözü 1935’te Ankara’da kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin girişinde yazılı olan : «Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.» sözüdür.Türklerin ilk yüksek öğrenim kurumlan olan medreseler, genellikle islam dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medrese bugünkü İstanbul Üniversitesinin başlangıcı sayılabilir. XVI. yüzyılın sonuna kadar intizamlarını koruyan medreselerin, sonraları çeşitli sebeplerle yetersiz kişilerin müderrislik yapmaya başlamaları yüzünden bozuldukları, bir türlü düzeltilemedikleri bilinmektedir. Tanzimatm ilanından sonra, İstanbul’da medreselerin yerine bir Darülfünun kurulması uygun görülmüşse de ilk açılan Darülfünun iki yıl sonra kapatılmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Darülfünunu Osmani, İstanbul Darülfünunu adını alarak tüzel kişilik ve bilimsel özerklik kazanmıştı. Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen ve İlahiyat Fakültelerinden oluşuyordu.İstanbul Darülfünununun, Türk inkılaplarının hazırlanması ve yürütülmesinde yeteri kadar yardımcı olmaması ve hatta bunlardan bazılarına karşı çıkması ya da pasif direnişe geçmesi ve Darülfünunda ciddi bir İlmi çalışma olmaması, hocaların orijinal İlmi çalışmalar yapmamaları ve bilimsel eser verememeleri üzerine Atatürk, Darülfünunun ıslahı için İsviçre’den Profesör Albert Malch’ı getirtmiş ve onun hazırladığı rapor esas alınarak İstanbul Darülfünunu kaldırılmıştır. Darülfünunu kaldıran 31.5.1933 tarih ve 2252 sayılı kanun, İstanbul Üniversitesine bağlı bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunla İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri kurulmuştur.Atatürk’ün üniversite reformu genellikle Alman Üniversite modeline göre yapılmış olup Rektörü, Dekanları ve Fakülteleri ile denenmiş Alman modeline göre yapılmış Üniversite Reformu,' Atatürk’ün eğitim ve öğretim alanında yaptığı inkılapların en müstesna parçasını oluşturur. Başlangıçta, İstanbul Üniversitesinde ve Ankara’da kurulduğunu yukarıda belirttiğimiz Hukuk ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültelerinde kırk kadar Alman bilim adamının görev alması, Üniversite Reformunun başarılı sonuçlar vermesinde değerli bir etken olmuştur.Atatürk’ün hayatında Ankara’da. açılan son yüksek okul da Siyasal Bilgiler Okulu’dur. Bugün Fakülte olan bu okul, Mekteb-i Mülkiye’nin bu adla 1936 - 1937 ders yılında Ankara’ya taşınmasıyla öğrenim hayatını Ankara’da sürdürmeye başlamıştır.

Your News

Ads

Action Games

Avatar

War Heroes

Popular Posts

No Mercy